16 Ocak 2012 Pazartesi

Modern Cadılık Wicca

Modern Cadılık!

Modern Cadılık: Wicca
Cadı deyince, uzun tırnaklı, sivri burunlu, çocukları yiyen, süpürgeli, çirkin kadınlar mı geliyor aklınıza? Öyleyse çok yanılıyorsunuz. Cadılar, bizler gibi, sürekli aramızda dolaşan normal insanlardır.

Bir öğretmen olabilirler, belki bir belediye şoförüdürler, belki bir mühendis, fizikçi veyahut polis olabilirler. Modern cadılar, hala gizli kalmış inançlarıyla zamana karşı savaşarak gelenekleri sürdürmekte, bunu da büyük bir sessizlikle yapmaktadırlar.
Cadılık, en eski doğa dinlerinden bu zamana gelmiş gizli bir öğretidir. Kökeni, Şamanizm, Druidizm gibi eski kadim öğretilere dayanır. Cadıların temel felsefesi, doğayı tanımak, doğayla iletişim içinde olmak, doğa üzerinden kendiyle iletişime geçerek, kendini bilmektir. Haliyle cadılar başta doğanın temel yapı taşı olan dört elementle çalışarak beşinci element olan ruha doğru yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta doğanın ve evrenin dönüşümünde görev aldığına inandıkları tanrı ve tanrıçalarla bütünleşir ve en nihayetinde kendileri tanrı ve tanrıçalara dönüşerek, içlerinde ki tanrıları keşfederler.
Bu yazıda, cadılardan çok, wiccanların yaşam tarzından bahsedeceğim. Ama şu unutulmamalıdır ki cadılar ile wiccanlar arasında çok az fark vardır. Bu yüzden dolayıdır ki wiccanlara, modern cadılar demek çokta yanlış olmamaktadır. Wiccanların yaşam tarzları son zamanlarda popüler olmaktadır. Cadılar ile wiccanlar (Wiccan, wicca dinine inanlara verilen isimdir) arasındaki temel fark, bir cadının her dinden olabilmesidir. Wicca ise başlı başına bir dindir. Haliyle cadılık, uygulamalı bir disiplindir ve kurallarını kişi kendi veya inandığı din ile belirler. Wiccanlarda ise zaten kurallar bellidir ve bu kurallara uyulması zorunludur ki zaten wicca kuralları olan bir dindir. Cadılar ile wiccanların benzerlikleri çok olsa da, bu noktada ayrıma düşerler. Haliyle çoğu wiccan aynı sırada cadı olabilmektedir.
Modern Wicca dini 1950’lerde kurulmasına rağmen, kökü ve benimsediği felsefe çok daha eskilere dayanmaktır. İlk olarak Wicca kelimesi Gerald Gardner’ın kitabında geçmiştir. Bu kitapta geçmesine rağmen, kelime Gerald’ın kullanımından önce, eski İngiliz cadılarının kullandığı bir isim veya sıfattır. Büyük olasılık witch (cadı) kelimesinden üretilmiş bir kelimedir. Yeni kurulan bu inancın temeli, tüm doğanın Yaratıcıyı içerdiğine inanılın eski panteizm felsefesini benimsemiş doğa dinlerine kadar uzanır. Genel olarak wiccanlar evrenin düzenleyicisi olan tanrı ve tanrıça kavramlarına çok bağlıdırlar. Haliyle eski olan doğa dinlerinin yeni yorumu olduğunu söylemek çokta yanlış olmaz.
Eski doğa dinleri, tüm evreni ve kâinatın özünü oluşturan bir Yaratıcı’dan bahsederler. Bu Yaratıcı, kutsal ve gizli olandır. Bu büyük ebeli ve ezeli güç, evrenin dönüşümünü ve kontrolünü sağlayacak tanrı ve tanrıçalar yaratmıştır. Bu yüzden aslında var olan bütün eski doğa dinleri (Vodooo, druidizm, eski mısır inancı, yunan inancı vs..) tek bir Yaratıcı’ya inanırlar, lakin bu Yaratıcı’nın emriyle görev olan vazifeli varlıklar vardır (tanrı, tanrıçalar). İşte eski inançlarda (hristiyanlık öncesi dönemlerde) rahip veya rahibeler önce tanrı ve tanrıçalarla bütünleşir (böylelikle evrenin kozmik güçlerini öğrenir), sonrada Yaratıcı’ya dönüp, nihai bilgeliğe ulaşacaklarına inanırlardı.
Haliyle, wiccanlar için aslında bir nevi modern cadılıktır diyebiliriz. Yaklaşık olan 800 bin inananı olan Wicca dinine inananların temel vazifeleri, doğayla iç içe olmaktır. Dolayısıyla bir wiccan için önemli olan doğadır ve bu düzlemde maji (Bu kelime Türkçeye büyü olarak çevrilse de bahsedilen güçler kozmik-enerjisel güçlerdir. O yüzden çok daha genel bir ifadeyi kapsar. Enerjisel devinimi ve işleyişi keşfedip onu yönlendirmenin ilimi ve sanatıdır.) onlar için doğanın doğru kullanılmasıdır. Yani wiccanların kullandığı majikal sistem, Şamanizm ve diğer maji çeşitlerinden daha farklıdır. Çünkü eski doğa dinleri “maji” üzerine kuruluyken, Wicca dini maji üzerine kurulu değildir. Hatta bir wiccan isterse maji ile uğraşmayabilir. Wiccalar için önemli olan doğanın ve mevsimlerin getirdiği enerjiden faydalanmaktır. Haliyle bu dönümlerde tanrı ve tanrıçalara atıflarda bulunup, kutlama yaparlar.
Gözüktüğü üzere, Wicca inancı tanrı ve tanrıçalara inanan paganist bir dindir. Ritüellerinde tanrı ve tanrıçayı temel alan wiccanlar için en önemli zaman dilimleri; doğa dönümleri (sabbatlar) ve ay fazlarıdır (esbatlar). Haliyle dolunay, karanlık ay ve yeni ay ile ayın büyüme ve gerileme evreleri onlar için çok önemlidir. Bunun yanı sıra Şeytan’ın varlığına inanmamakla beraber, yapılan tüm hataların kişiye ait olduğunu savunurlar. Bu kurala kendi aralarında 3’ün kuralı derler.
Wiccanların temel yasası olan 3'ün kuralı şudur: “Üçler yasasının onurunu koru. Yaptığın her şey üç katı ile sana dönecektir. Yasayı öğren, çok iyi öğren, ne ekersen onu biçersin. “Kimseye zarar vermediğin sürece ne istiyorsan yap.” genel yasadır. İyi düşün ve yaptığın hiçbir şeyden pişman olmamaya çabala.”
İşte bu düşünceye sahip olan wiccanlar için üçün kuralını unutmadıkları sürece istediklerini yapabilmektedirler. Çünkü yapacakları bir hata veya yanlış onlara üç kat geri dönecektir.
Wiccanlar genellikle coven denen gruplar halinde toplanmaktadırlar. Bunun dışında solitary denen, kendi başlarına çalışmalar ve kutlamalar yapan wiccanlarda söz konusudur. Coven halinde kutlamalar yapan wiccanlarda, bir baş rahibe veya baş rahip bulunmaktadır. Ritüelleri ve kutlamaları bu baş rahip ya da baş rahibe yönetmektedir ve kendi içinde belli bir derecelendirme sistemi vardır.
Wicca dinin temel prensipleri şu şekildedir;
-Kendini tanı:
Hayatın neresinde olduğunu bil, kendin için iyi şeyler dile ve kendini iyi hissetmeyeceğin hiçbir şeye başlama. Beceri ve niteliklerini bil ama daha az iyi olan taraflarını ve korkularını da.
-Sanatını tanı:
Ne ile meşgul olduğunu bil. Ruhsal gelişimin önemlidir. Meşgul olduğun şeylerin iyi ve kötü taraflarını tanı ve daha fazla ilgilendiklerini hatasız bir şekilde öğren.
-Öğren ve keşfet
Ruhunu yeniliklere açık tut, kullanmak ya da yapmak istemeyeceğin şeylere de.
Bağlı olduğun şeyleri derinlemesine araştır. Bunların her zaman Wicca ile alakalı olması gerekmez. Entellektüel gelişim ruhsal gelişim kadar önemlidir.
- Bilgiyi, bilgelikle kullan
Bu sözler kendin içindir. Anlayışlı ol ve bilgilerini hayata geçirirken kalbine de kulak ver.
-Dengeli ol
Bedensel, özellikle de ruhsal dengede ol. Düşündüklerin ve yaptıkların bir denge içinde olsun.
-Kabul edilebilir düşüncelere sahip ol
Açık bir ruh, genelde edindiğin bilgilerdir. O halde, biraz açık düşünmek için ısrar etmekte, bir zorunluluk vardır.
-Hayatı kutla
Yaptığın şeylerden mutlu ol. Hiçbir şey, mecburen yapılmak zorunda olunan, yükümlülük değildir. Mizacına göre davran. Neşeli bir insan isen, bunu yaptığın işlerde de kullan.
-Dünyanın döngüleri ile uyumlu ol
Bu döngüleri anlamaya çalış ve hayatındaki benzerlikleri ara. Bu senin dengede olmana da yardım eder.
-Kendine iyi bak
Ruhsal ve fiziksel kendine iyi bak. Sadece o zaman kendi içinde bir denge bulabilirsin ve kendini güçlendirip, büyüyebilirsin.
-Meditasyon yap
Bu, ruhunu, belli bir sakinliğe ulaştırmak için en iyi yardımcıdır. Bu anlama gücünü arttırır ve düşüncelerini genişletir.
-Tanrı ve Tanrıçayı onurlandır
Hayatta sahip olduğun şeylere saygı duy. Saygı ve sevgi çok normal ve söylenmesi kolay olsa da, bazen önemli şeyler olduğunda unutulabiliyor. Onları an, bayramlar kutlanarak onlar onurlandırılabilir ya da kendine ait farklı bir yolla bunu yapabilirsin.
***
Wiccanlar, görüldüğü üzere kendi içlerine dönük bir yaşam tarzını benimserler. Kendi potansiyellerini keşfedip, bunları kullanmayı öğrenmek, bunun ışığında doğanın döngülerine uyumlu olarak dönüşümler yaşayarak değişimi amaç edinmektedirler. Cadılık uygulamaları ile wiccanların öğretileri benzerde olsa cadılık daha eski dönemlere kadar uzanmaktadır.
Wiccanlar, eski cadıların adetlerini ve inançlarının bir kısmını almış ve modern zamana uyarlamışlardır. Modern cadılar, kavramının kullanılmasının sebebi de budur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi cadılık bir inancı içermezken, eski öğretileri korumak adına Wicca bir inanç sistemini kapsar. Bu nokta da aslında wiccanlık ile cadılık birbirine çok benzerdir. O kadar benzerdir ki ortaçağda, engizisyon mahkemesi döneminde, yakılmalar zamanının ağıtını hala daha wiccanlar sürdürmektedir.

Yakılmalar Zamanı ve Cadı Avı

Cadılar için en zor dönem olan yakılmalar zamanı, birçok kişinin cadı uygulamalarından dolayı işkencelere maruz bırakılarak, ruhlarını arındırmak adına ateşte yakıldığı bir zaman dilimidir. Dini kullanarak, krallıkları yönetmeye başlayan kilise, cadı olup olmayan herkesi akla hayale sığmayacak işkencelerle öldürmüştür. O dönemde, gece dışarıda gezegen yaşlı bayanların dahi cadı olduğu iddia edilip yakıldığı tarihi kayıtlara geçmiştir. Haliyle bu dönemde kilise, işine gelen gelmeyen herkesi cadı olarak suçlayarak işkencelere maruz bırakmıştır Bu işkencelere maruz kalan kişiler, psikolojik baskıdan dolayı cadı olsalar da olmasalar da cadı olduklarını itiraf etmek zorunda kaldıkları kayıtlarda yer almaktadır.
Bu yakma zamanında suçlamalar o denli çığrından çıkmıştır ki, cadıların süpürgelerle uçtukları, çocukları yedikleri, ruhlarını şeytana satıp doğaüstü güçler edindikleri, hayvanları kontrol edebildikleri gibi iddialar ortaya atılmıştır. Klasik çirkin, kötü cadı tiplemesi işte tam bu dönemde bilinçaltlarına kazınmıştır. Tarihi kayıtlarda, 15. Ve 17. Yüzyıllarda 500 bin kişinin cadılıkla yargılanıp öldürüldüğü bildirilmiştir.
Yakma ve yargılama dönemi o kadar zalimce ilerliyordu ki, bir kadının cadı olduğunu anlamak için ona bir dua verip okuması isteniyordu. Eğer kadın bu gergin ortamda duada en küçük bir yanlış yaparsa cadı olduğuna kanaat getirilip hemen idam ediliyor ya da yakılıyordu. Bunun dışında bir diğer yöntem ise, kişiyi kendi boyundan daha yüksek bir suya atmaktı. Kişi sudan çıkmak için çaba sarf ederse, şeytanla işbirliği yaptığına kanaat getiriliyor ve yakılıyordu. Eğer kişi sudan çıkmak için uğraşmadan boğulup ölüyorsa, temiz sayılıyordu. Yani en nihayetinde o kişiyi bekleyen son; “ölümdü”. Bu iki yöntem dışında, eğer kişinin vücudunda farklı bir ben varsa, kadın çok çirkin ve yaşlıysa, gece ormanda gezdiği görülürse, kişi kilisiye çok katılmıyorsa, çok fazla çekiciyse, farklı bitkiler topluyorsa, cadı olarak yargılanır ve suçlu bulunursa işkence edilerek öldürülürdü.

İşkence yöntemleri şu şekildeydi; En çok uygulanan idam etme ve işkence yöntemi, canlı olarak yakmaktı. Bunun dışında suçlu bulunan kadın sıkıca bağlanır, huni yardımıyla sindirim sistemi patlayana kadar su içirilirdi. Metal tıkaç denen bir aletle (armut şeklinde bir alettir) ağzındaki tüm dişler kırılır, suçunu itiraf edene kadar çene kemikleri kırılırdı. Ayakları, kan damarları çatlayana ve kemikleri kırılana kadar demir mengene ile sıkıştırılırdı. İffetsizliğini sembolize eden canlı maymun, şeytanın sembolleri olan yılan ve kedi ile kadın bir çuvala konur ve suya atılırdı. Bazen de diri diri toprağa gömülürdü. Atlar ile dört tarafından bağlanır, parçalara ayrılması sağlanırdı. İşkence çarkında parçalanırdı, kafası kesilirdi. Bağırsakları çıkartılır, dönen bir tahtaya bağlanarak, tahta çevrilir ve bağırsaklarının tahtaya dolanması sağlanırdı. Ve daha nice akla hayale gelmeyen işkencelerle çoğu kadın (öldürülen kadın sayısı erkeklerin iki katıdır. Çünkü o dönemde engizisyon mahkemesine göre kadınlar potansiyel cadıdırlar.) olmak üzere binlerce insan öldürülmüş ve zorla cadı olduğu itiraf ettirilmiştir.
Bu şekilde haklı haksız, iyi, kötü herkesin yakıldığı dönemler, hakiki cadıların saklanmasını gerektirmiştir. Bu yüzden dolayı cadılar, takma isimler kullanmışlar, gizli notlarını saklamak için aileden aileye geçecek defterler tutmuşlardır. Hala daha modern cadılar ve wiccanlar, bu anılara sadık kalmak için takma isimler kullanmakta ve gölgeler kitabı denen, pratiklerini anlatan defterler tutmaktadırlar.
Salem Cadıları
İngiliz kolonilerinin yaşadığı Massachusetts yakınlarında bulunan Salem Kasabasının önde gelen tüccarlarından, Samuel Parris, bir dönem Barbados’la ticaret yapmış, oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini düşündüğü bir çift köle getirmişti;Jhon ve Tituba. Tituba, Parris’lerin 9 yaşındaki kızı Betty ve 11 yaşındaki yeğenleri Abegail’in bakıcılığını yapıyordu. Özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu Tituba’nın yanında geçiriyorlardı. O da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü vudu büyücüleri ve büyüleri içeren Barbados hikayeleri anlatıyordu. Onları şok edebilecek kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan kızlar, çok geçmeden Tituba’dan aldıkları bilgilerle kasabadaki yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya başladılar. İlk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirilerinin fallarına baktılar, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. Ancak eğlenceli ve can sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye başladı.
1692 yılının Ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. Kızlar, Tituba’nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları suçladılar.

O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini Şeytan’ın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu sebeple bu acılar içindeki masum görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.
Soruşturmadan hemen önce, Mary’nin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi ve Tituba’ya tarifi eski İngiliz reçetelerinden alınan bir Cadı Pastası yapmasını emretti. Çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. Sonrasında da köpek ya çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. Parris, Şeytan’dan kurtulmak için Şeytan’dan fayda bekleyen bu kadına çok kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. Parris kilisede; “Aramızda Şeytan geziniyor, Öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman susturulabileceğini ancak ve ancak Tanrı bilir” diye konuşma yaptı.
İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular ve bu üç kadın hemen tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar (Cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Mahkeme heyeti tarafından bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan Sarah Good ve Sarah Osborne masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler. Cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak Parris’ten dayak yiyen ve küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan Tituba, cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Kendisini kurtarmak için ise; kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına almış olduğunu söyledi. Ayrıca geceleri her iki Sarah ve onların hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı. Bununla birlikte onu evvelki gece küçük Ann’iye saldırmak için zorladıklarını söyledi. Bu itiraflar sırasında “Bir evvelki gece cadılar benim kafamı kesmeye çalıştılar” diyerek bağırdı Ann. Bunun üzerine küçük Ann’iden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı olduklarına kesinlik getirildi. Tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi Salem Kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı olmadığını açıkladı. Ona göre Salem’de 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli bir adam tarafından yönetiliyordu. Sonraki günlerdeki sorgularında Tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca Şeytan’ın defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde Salem’de yaşayan 9 kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. Kızların üzerinden hayaletleri çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan Sarah Osborne ağır zincirlere dayanamadı ve öldü. Bu dava içindeki ilk ölümdü. Böylece ilk iki Cadı Boston hapishanesine gönderilirken mahkeme
Yargılama sırasında suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı Giles Corey, dava sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. Bunun olmasını istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. Böylece mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal varlığınıda korumuş olacaktı. Ancak Mahkemenin buna tepkisi hiçte Corey’in beklediği gibi olmadı. Salem meydanında halka açık bir yerde Corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. Bu plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. Corey ezilmeye başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. Bir ara fazla basınçtan dili bile dışarıya fırlamıştı. Daha fazla taş konulduğu zaman Corey dayanamadı ve öldü. Daha sonra olaya bir açıklık küçük Ann’iden geldi. Corey Şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair Şeytandan garanti almıştı.
O dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese bile bunlar son idamlardı. Kızların suçlamaları tam bir histeri krizi durumuna ulaşmıştı ve en sonunda Mahkeme Heyeti Başkanı Phips’in karısını bile cadılıkla suçladılar. Bunun sonrasında 29 Ekim tarihinde Phisp mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla doluydu. İşlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık davalara Salem’de değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.
Olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. En son davaya ise Mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar suçsuz bulundu. Böylece kabus artık sona eriyordu. Aslında olayların başlamasına sebep olduğuna inanılan Tituba serbest bırakıldı ve mahkeme masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı.
(Mahkemeye Özel Not: O dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara ödettirildi.)
O dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala Salem kasabasına bir çok turist çekiyor. Cadıların gömüldükleri o sığ mezarların bulunduğu tepe aslında çoktan yüksek binalarla kaplanmış durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda



Wiccanların Benimsediği 13 Temel Kural
73 cadının kurduğu, Amerikan Cadılar komitesi (Council of American Witches) 1973 yılında nisan ayında, ilkbahar cadı toplantısı yapmış ve önyargıları yıkmak, cadılığı belli bir sisteme sokmak üzere 13 temel prensibi benimsemiş ve kâğıda dökmüşlerdir. Dolayısıyla bu 13 temel kural wiccanlar tarafından da benimsenmiş ve wicca’nın da 13 temel prensibi konumuna yerleşmiştir. 13 prensip şu şekildedir:
1) Biz, törenlerimizi, Ay’ın evreleri ve Mevsimsel Çeyrekler ve Kesişen Çeyrekler tarafından ortaya çıkarılan hayat güçlerinin doğal ritmi ile kendimizi bütünleştirmek üzere uygularız.
2) Zekâmızın bize, çevremiz ile ilgili eşsiz bir sorumluluk duygusu verdiğini kabul ederiz. Ekolojik dengenin sağlanması ve evrim kavramının da bilincinde olarak, doğa ile uyum içerisinde yaşamaya çalışırız.
3) Gücün bir derinliği olduğunu kabul ederiz ve bu güç, ortalama bir insanın açık olarak bildiğinden çok daha fazla büyüktür. Çok daha fazla büyük olduğundan dolayı bazen doğaüstü diye isimlendirilse de, biz bunu, herkesin doğal potansiyelinin altında yatan bir güç olarak görürüz.
4) Yaratıcı Gücün, evrendeki kutupları da ispatladığını kabul ederiz - eril ve dişi - ve tüm insanların, eril ile dişiler arasındaki karşılıklı etkileşimin altında da yatan aynı Yaratıcı Güç’tür. Bu iki kutbun birbirini desteklemesi gerektiğini bilerek, hiçbirini diğerinin üzerinde değerlendirmeyiz. Cinselliği, zevk ve hayatın şekillendirilmesi olarak değerlendirirz ve aynı zamanda enerji kaynaklarından biridir ve dinsel bir tapınmadır (kutsaldır).
5) Hem iç hem de dış dünyaları, ya da psikolojik dünyaları -ki bazen Ruhsal Dünya olarak da bilinir- biz Toplu Bilinçsiz İç Dünyalar vb. olarak kabul ederiz. Ve bu iki boyutun birbiriyle etkileşimini, doğaüstü fenomenin ve sihirsel egzersizlerin bir temeli olarak görürüz. Bir boyutu diğerinden daha az önemsemeyiz, çünkü görürüz ki her ikisi de bizim tamamlanmamız için gereklidir.
6) Hiçbir otoriter hiyerarşiyi kabul etmeyiz ancak öğretenleri onurlandırır, daha fazla olan bilgilerini ve ilimlerini paylaşanlara saygı duyar ve kendilerini cesaretle öğretmenliğe adayanlara da şükran duyarız.
7) Dini, sihiri ve bilgeligi, bir kişinin dünyayı nasıl gördüğü ve bu dünyada Cadı olarak nasıl yaşadığı olarak görürüz. -ki bir dünya görüş ve hayat felsefesi olarak tanımladığımız şey cadılıktır.
8) Birine ‘Cadı’ demek Cadı olmak demek değildir, ancak bu kalıtsal da değildir, titrleri, dereceleri ve Kabul törenlerini vb... içermez. Bir Cadı, bilgece yaşamak, iyi olmak ve başkalarına zarar vermeden Doğa ile uyum içinde yaşamayı sağlamak için içindeki güçleri kontrol etmeye çalışır.
9) Hayatın ifa edilmesi ve gerçekleştirilmesinin, bilincin geliştirilmesi ve evrimi ile mümkün olduğuna inanırız ve bunun da, kişinin kendi şahsi rolü ile birlikte evrenin anlamını oluşturduğun inanırız.
10) Hristiyanlık ya da herhangi bir başka dine ya da hayat felsefesine olan karşıtlığımız, hayatın kurallarını sadece ‘bir tek yol’a bağlamalarıdır. Ayrıca bir diğer karşıtlık sebebimiz, diğerlerinin özgürlüğünü inkar edip diğer dinsel inanış ve uygulamaların geçersizliğini desteklemeleridir.
11) Amerikalı (veya Dünya çapında) Cadılar olarak, Cadılığın geçmişindeki tartışmaları, farklı terimlerin orjinalleri ve çeşitli kavramların meşruluğunu tehdit olarak görmeyiz. Biz, şimdiki zamanımız ve geleceğimiz ile ilgileniriz.
12) Biz mutlak şeytan kavramını kabul etmeyiz ve de aynı zamanda Satan ya da Şeytan diye adlandırılan herhangi bir metaya da ibadet etmeyiz (ki bu hristiyanlık tarafından öne sürülmüştür). Diğerlerinin inkar edilmesi ile kazanılan kişisel faydanın gerçekliğine inanmadığımız gibi, diğerlerinin acı çekmesi üzerine gelen gücü de aramayız.
13) Sağlığımız ve iyiliğimiz ile uyum içinde olan doğa ile baş başa olmayı seçmemiz gerektiğine inanırız.

Doğa Döngüleri (Sabbatlar)
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi wiccanlar ve cadılar 8 mevsimsel bayramı kutlamaktadırlar. Wiccanlara göre bu 8 mevsimsel bayram, doğanın ve dolayısıyla yaşamın döngüleridir ve bu döngülere uygun olarak tanrı ve tanrıçalara dua edip ve kutlamaktadırlar. Bu döngüler; samhain, imbolg, oestara, beltane, litha, lammas, madron yule’dur. Bunlar arasında Samhain, Imbolg, Beltane ve Lammas gibi ana sabbatlar, çevrede ki doğalar gözlemlenerek belirlenmiştir.

Mevsimsel döngülerin kutlanmasının sebebi, bizimde doğanın bir parçası olarak doğayla birlikte bu döngülere uğradığımıza inanılmasından öte gelmektedir.
Samhain
31 ekim günü kutlanır. Kış yağışları başlamadan önce, daha fazla hasatın toplandığı bir gün olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla yılın başlangıcı ve sonudur. Bu yüzden başlangıçları ve bitişleri sembolize eder. Bu sebepten dolayı ölüm ve öte alem ile ilişkilendirilmiştir ve öte alem ile bu alem arasındaki perdelerin en çok açıldığı dönem olarak benimsenmiştir. Bundan dolayı kötü ruhların geçişi engellenir, iyi ruhlarla irtibata girilmeye çalışılırdı. Özellikle vefat ed
Litha
21 Haziranda kutlanmaktadır. Gündüzlerin kısalıp gecelerin uzamaya başladığı bu dönem güneşin gücünün en üst seviyeye çıktığı dönem olarak kutlanmaktadır. Bu yüzden güneşe dair tanrı ve tanrıçalar onurlandırılır, güneşin ışıklarıyla kutlanırdı. Bundan dolayı altın sarısı renkler genelde kullanılmaktadır.
Bu dönümde, meşe tanrısıyla çobanpüskülü tanrısının savaşının yeniden başladığına inanılır ve bu sefer çobanpüskülü tanrısının yendiğine inanılırdı ve bu sembolize edilirdi.

Lammas
1 Haziran'da kutlanmaktadır. Hasat bayramıdır ve mahsüllerin toplanmasını sembolize etmektedir. Bu yüzden önemli sabbatlardan biridir.
Eski dönem cadılarda, hasatlar toplandığı için büyük sevinçle karşılanır ve çocuklar, gençler, yaşlılar sevinç ile bu bayramı kutlarlardı. O yüzden dolayı modern wiccanlar tarafından bereket ve bolluğun, yeni başlangıçların ve başarıların gelmesi olarak yorumlanmakta ve bu boylamda kutlanmaktadır.
Madron
1 Eylül'de kutlanmaktadır. Gün ve gecenin eşit olması, her şeyin toplanması ve hasatın doruğa ulaşması kutlanmaktadır. Kişilerin, tüm tutsaklıklarından kurtulması, şifalanması amaç edinir ve bu amaçla ayinler yapılmaktadır. Aynı zamanda denge noktası olduğu için, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak için bu bayramlarda tanrı ve tanrıçalara dualar edilmektedir.

Wicca Sembolizması
Wiccanların kullandıkları sembolizmalar cadıların kullandıklarıyla aynıdır. Öncelikle dört elementi sembolize eden nesneler sembolizmalarının önemli kısmını oluşturur. Bir diğer önemli nokta ise tanrı ve tanrıçaların sembolizmalarıdır. Genelde altarlarında mutlaka inandıkları tanrıça veya tanrının bir küçük heykeli veya resmi bulunur.
Çember
Çember cadılar ve wiccanlar için olmazsa olmaz bir kavramdır. Çember aynı anda birçok şeyi tasvir eder ve mutlaka her kutlama ve ayinden önce çember açılmaktadır. Çember açma, eğer covensa geniş, tek kişi ise dar bir şekilde enerji dairesi yaratma anlamına gelmektedir. Bu kutsanmış asa veya athame ya da hançer ile yapılmaktadır. (Athame ya da asa, enerjiyi bir noktaya odaklamak için kullanılmaktadır. Ruhsal enerji, bu araçlar vasıtasıyla o noktaya odaklanmaktadır. Eski Kızılderililerde şamanlar bunun için kuş tüyü kullanmaktaydı.)

Kuzeyden saat yönünde athame ile ya da zihinsel olarak bir çember çizilmekte ve gerekli okumalar, büyülü sözler söylenmektedir. (Spell denen bu sözler, genellikle dörtlüklerden ve uyuklardan oluşur. Eski inançlara göre şiir, büyüyü uyandırmanın en etkili ve en eski yöntemidir). Daha sonra elementler invoke edilmektedir. (davet edilir) Gerekli çalışmalar ve onurlandırmalar yapıldıktan sonra çemberi kapatmak için kuzeyden başlayarak saatin ters yönünde çember dağıtılırdı.
Çember açmanın üç temel amacı vardır:
1. Kutsal bir alan yaratmak. Bu çember ile belirlenen alanı, maddi dünyadan ayırmak ve kutsal bir alan yaratmak anlamına gelmektedir. Bu sınırı çizilen alanda enerji yoğunlaştırılır ve tüm kutlamalar bu alan içerisinde yapılır. Bu açılan çember artık cadının veya wiccanın kendi kişisel kutsal alanıdır.
2. Perdeleri aralamak. Bu maddi ile manevi dünya arasındaki perdelerin aralanması anlamına gelmektedir. Çember açmanın en önemli amacı budur. Böylelikle maddi dünyadan, manevi dünyaya geçiş yapılır ve gerekli enerji çekilir veya aktarılır. Bu çizilen çember içerisi artık dünyadan soyutlanmış, manevi alana açılmış bir vorteks ve kapıdır.
3. Korunmak. Çemberin açılacağı alan öncelikle tüm negatif enerji ve tesirlerden temizlenir. En eski cadılar kutsal dualar ve enerji ilimiyle bunu yaparlardı. Ortaçağda bu süpürge ile yapılmaktaydı. Cadı, süpürge ile o alanın tüm negatif enerjilerini süpürürdü. (Cadıların süpürge ile sembolize edilmelerinin sebebi budur) Modern cadılar, genellikle temizlemeyi imajinasyonla veya geneleksel yol olan süpürgeyle yapmaktadırlar. Daha sonra sınırlar belirlenerek, dışarıdan gelebilecek tüm negatif enerji ve varlıklara karşı korunma sağlanır. Böylelikle cadı veya wiccan, korunmuş ve sadece gerekli olan enerjileri kendi alanı içerisinde yaratmış bulunmaktadır.
Altar
Altar, wiccalar için olmazsa olmazlardan biridir. Altar (sunak), gerek mevsim döngülerinde gerekse diğer ritüellerde bir cadının/wiccanın neredeyse eli ayağıdır. Altar, üstünde gölgeler kitabı, dört elementi sembolize eden eşyalar, mevsimsel döngülere göre adanan yiyecekler- içecekler, yapılacak kutlamaya özgü sunak örtüsü, enerjiyi arttırmak için tütsüler, kristaller, mumlar bulunan ve tanrı ile tanrıçanın onurlandırıldığı küçük masalardır.

Basit bir Altar, küçük bir masa ve üzerinde mum, atheme (iki tarafı keskin ritüel bıçağı, genelde modern cadılar mektup açacağı ya da hançer tarzı kullanılır), kase ve zil gibi elementleri sembolize eden nesneler, eğer mevsimsel döngü kutlanıyorsa, o döngüye ait yiyecekler ve tanrıça ile tanrının bir küçük resminin bulunmasıyla oluşur.
Altar genellikle tahtadan (ritüellerde her şeyin doğal olması ve plastiğin kullanılmaması enerji akışı için çok önemlidir) olur ve çok şekillerde olabilir. Eski antik zamanlarda büyük mermer taşlardan olan sunaklar, modern cadılarda küçük sehpalardan bile olmaktadır.
Elementler ve Element Nesneleri
Dünya’nın yaratılışını ve enerji dağılımını sağlayan dört element cadılar ve wiccalar için çok önemlidir. Bu dört enerjinin bizim duygusal, zihinsel ve fiziksel hayatımızda etkin rolleri vardır. Bu yüzden bir ayine öncelikle dört elementin çağırımı ile başlanır. Dört elementin çağırımın amacı, bu dört yaşam enerjisinin o ortamı kutsaması, enerji aktarması ve süptil alemlere geçiş için yardım etmesidir. Bu süre zarfında elementler ile enerji bütünleşir ve beşinci bir enerji kaynağı olan ruh enerjisi doruğa ulaşır.

Eski cadıların inançları, eğer bir kişi dört elementin sırrına ulaşırsa beşinci element olan ruhun sırrına ulaşılacağını kapsardı. Ve bu cadılıkta çok önemli bir felsefeydi. Haliyle cadılar doğadaki element enerjilerini çağırır, onlardan bilgelikleri öğrenir ve gerekli noktalarda ruhsal enerjileriyle (ruh elementiyle) o dört enerjiyi yönlendirirdi. Bu yüzden havayı, suyu, ateşi ve toprağı kontrol edebilecek kudrete sahip olurlardı. Aslında burada kontrol etmekten çok bir saygıdan ve enerjilerin uyumundan bahsetmek daha doğrudur. Çünkü eski inanışlardı bir şeyi kontrol etmekten çok, o şeye saygı duymak ve o şeyle uyumlu olmak benimsenirdi. Bu inanç modern cadılar ve wiccalar tarafından da günümüze taşınmıştır.
Dört elementi çağırım için dört yönün tayini çok önemlidir. Kuzey toprağı, güney ateşi, batı suyu, doğuda havayı barındırır ve çağırımlar bu dört yöne dönerek yapılmaktadır. Çağırımı yapacak cadı veya Wiccan, o elemente özgü iç sesiyle yazdığı uyaklı dörtlüğü (spell, büyülü söz) o yöne doğru okur ve çağırım pentegramıyla o elementi çembere davet etmektedir. Bu noktada altarda elementi sembolize eden nesnenin olması, element çağırımını kolaylaştırmaktadır. Çünkü sembolizmalar, o şeyin enerjisini odaklaştırmayı kolaylaştırır ve arttırır. Bu yönden dört elementi sembolize eden nesneler muhakkak altarlada bulunur ve çağırım sırasında doğru yönlere konmaktadır.

Elementleri sembolize etmenin birçok yolu vardır. Altarın kesin kuralı olmadığı için bazı kişiler elementi sembolize eden dört renkli mumla, kimisi toprak için tuz, ateş için mum, hava için tütsü, su için esanslı yağ kullanara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder