Yakma
ve yargılama dönemi o kadar zalimce ilerliyordu ki, bir kadının cadı
olduğunu anlamak için ona bir dua verip okuması isteniyordu. Eğer kadın
bu gergin ortamda duada en küçük bir yanlış yaparsa cadı olduğuna kanaat
getirilip hemen idam ediliyor ya da
yakılıyordu. Bunun dışında bir diğer yöntem ise, kişiyi kendi boyundan
daha yüksek bir suya atmaktı. Kişi sudan çıkmak için çaba sarf ederse,
şeytanla işbirliği yaptığına kanaat getiriliyor ve yakılıyordu. Eğer
kişi sudan çıkmak için uğraşmadan boğulup ölüyorsa, temiz sayılıyordu.
Yani en nihayetinde o kişiyi bekleyen son; “ölümdü”. Bu iki yöntem
dışında, eğer kişinin vücudunda farklı bir ben varsa, kadın çok çirkin
ve yaşlıysa, gece ormanda gezdiği görülürse, kişi kilisiye çok
katılmıyorsa, çok fazla çekiciyse, farklı bitkiler topluyorsa, cadı
olarak yargılanır ve suçlu bulunursa işkence edilerek öldürülürdü.
İşkence yöntemleri şu şekildeydi; En çok uygulanan idam etme ve
işkence yöntemi, canlı olarak yakmaktı. Bunun dışında suçlu bulunan
kadın sıkıca bağlanır, huni yardımıyla sindirim sistemi patlayana kadar
su içirilirdi. Metal tıkaç denen bir aletle (armut şeklinde bir alettir)
ağzındaki tüm dişler kırılır, suçunu itiraf edene kadar çene kemikleri
kırılırdı. Ayakları, kan damarları çatlayana ve kemikleri kırılana kadar
demir mengene ile sıkıştırılırdı. İffetsizliğini sembolize eden canlı
maymun, şeytanın sembolleri olan yılan ve kedi ile kadın bir çuvala
konur ve suya atılırdı. Bazen de diri diri toprağa gömülürdü. Atlar ile
dört tarafından bağlanır, parçalara ayrılması sağlanırdı. İşkence
çarkında parçalanırdı, kafası kesilirdi. Bağırsakları çıkartılır, dönen
bir tahtaya bağlanarak, tahta çevrilir ve bağırsaklarının tahtaya
dolanması sağlanırdı. Ve daha nice akla hayale gelmeyen işkencelerle
çoğu kadın (öldürülen kadın sayısı erkeklerin iki katıdır. Çünkü o
dönemde engizisyon mahkemesine göre kadınlar potansiyel cadıdırlar.)
olmak üzere binlerce insan öldürülmüş ve zorla cadı olduğu itiraf
ettirilmiştir.
Bu şekilde haklı haksız, iyi, kötü herkesin
yakıldığı dönemler, hakiki cadıların saklanmasını gerektirmiştir. Bu
yüzden dolayı cadılar, takma isimler kullanmışlar, gizli notlarını
saklamak için aileden aileye geçecek defterler tutmuşlardır. Hala daha
modern cadılar ve wiccanlar, bu anılara sadık kalmak için takma isimler
kullanmakta ve gölgeler kitabı denen, pratiklerini anlatan defterler
tutmaktadırlar.
Salem Cadıları
İngiliz kolonilerinin yaşadığı
Massachusetts yakınlarında bulunan Salem Kasabasının önde gelen
tüccarlarından, Samuel Parris, bir dönem Barbados’la ticaret yapmış,
oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini
düşündüğü bir çift köle getirmişti;Jhon ve Tituba. Tituba, Parris’lerin 9
yaşındaki kızı Betty ve 11 yaşındaki yeğenleri Abegail’in bakıcılığını
yapıyordu. Özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına
çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu Tituba’nın yanında geçiriyorlardı. O
da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü vudu büyücüleri ve
büyüleri içeren Barbados hikayeleri anlatıyordu. Onları şok edebilecek
kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan
kızlar, çok geçmeden Tituba’dan aldıkları bilgilerle kasabadaki
yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya
başladılar. İlk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak
süretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirilerinin
fallarına baktılar, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda
yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. Ancak eğlenceli ve can
sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye
başladı.
1692 yılının Ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler
geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde
sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. Kızlar,
Tituba’nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten
büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o
güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları suçladılar.
O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve
cadıların güçlerini Şeytan’ın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu
sebeple bu acılar içindeki masum görünüşlü kızların acılarının sona
erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar
verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından
korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.
Soruşturmadan hemen
önce, Mary’nin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi
ve Tituba’ya tarifi eski İngiliz reçetelerinden alınan bir Cadı Pastası
yapmasını emretti. Çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak
olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. Sonrasında da köpek ya
çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. Parris,
Şeytan’dan kurtulmak için Şeytan’dan fayda bekleyen bu kadına çok
kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. Parris kilisede; “Aramızda Şeytan
geziniyor, Öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman
susturulabileceğini ancak ve ancak Tanrı bilir” diye konuşma yaptı.
İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek
başına kalan Sarah Good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız
yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular ve bu üç kadın hemen
tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. Kadınların sorguları esnasında ise
küçük kızlar (Cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların
hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp
tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Mahkeme heyeti tarafından
bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan Sarah Good ve Sarah Osborne
masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler.
Cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak Parris’ten dayak yiyen ve
küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan Tituba,
cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Kendisini kurtarmak için ise;
kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için
zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına
almış olduğunu söyledi. Ayrıca geceleri her iki Sarah ve onların
hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı.
Bununla birlikte onu evvelki gece küçük Ann’iye saldırmak için
zorladıklarını söyledi. Bu itiraflar sırasında “Bir evvelki gece cadılar
benim kafamı kesmeye çalıştılar” diyerek bağırdı Ann. Bunun üzerine
küçük Ann’iden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı olduklarına
kesinlik getirildi. Tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi
Salem Kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı
olmadığını açıkladı. Ona göre Salem’de 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı
ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli
bir adam tarafından yönetiliyordu. Sonraki günlerdeki sorgularında
Tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca Şeytan’ın
defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde Salem’de yaşayan 9
kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. Kızların üzerinden hayaletleri
çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan Sarah Osborne ağır
zincirlere dayanamadı ve öldü. Bu dava içindeki ilk ölümdü. Böylece ilk
iki Cadı Boston hapishanesine gönderilirken mahkeme Yargılama sırasında
suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı Giles Corey, dava
sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. Bunun olmasını
istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. Böylece
mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal
varlığınıda korumuş olacaktı. Ancak Mahkemenin buna tepkisi hiçte
Corey’in beklediği gibi olmadı. Salem meydanında halka açık bir yerde
Corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. Bu
plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. Corey ezilmeye
başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha
fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. Bir ara fazla basınçtan
dili bile dışarıya fırlamıştı. Daha fazla taş konulduğu zaman Corey
dayanamadı ve öldü. Daha sonra olaya bir açıklık küçük Ann’iden geldi.
Corey Şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair Şeytandan
garanti almıştı.
O dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese
bile bunlar son idamlardı. Kızların suçlamaları tam bir histeri krizi
durumuna ulaşmıştı ve en sonunda Mahkeme Heyeti Başkanı Phips’in
karısını bile cadılıkla suçladılar. Bunun sonrasında 29 Ekim tarihinde
Phisp mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla doluydu.
İşlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık
davalara Salem’de değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.
Olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil
olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. En
son davaya ise Mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar
suçsuz bulundu. Böylece kabus artık sona eriyordu. Aslında olayların
başlamasına sebep olduğuna inanılan Tituba serbest bırakıldı ve mahkeme
masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı.
(Mahkemeye Özel Not: O dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar
ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki
işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara
ödettirildi.)
O dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film
piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala Salem
kasabasına bir çok turist çekiyor. Cadıların gömüldükleri o sığ
mezarların bulunduğu tepe aslında çoktan yüksek binalarla kaplanmış
durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda
Wiccanların Benimsediği 13 Temel Kural
73 cadının kurduğu, Amerikan Cadılar komitesi (Council of American
Witches) 1973 yılında nisan ayında, ilkbahar cadı toplantısı yapmış ve
önyargıları yıkmak, cadılığı belli bir sisteme sokmak üzere 13 temel
prensibi benimsemiş ve kâğıda dökmüşlerdir. Dolayısıyla bu 13 temel
kural wiccanlar tarafından da benimsenmiş ve wicca’nın da 13 temel
prensibi konumuna yerleşmiştir. 13 prensip şu şekildedir:
1) Biz,
törenlerimizi, Ay’ın evreleri ve Mevsimsel Çeyrekler ve Kesişen
Çeyrekler tarafından ortaya çıkarılan hayat güçlerinin doğal ritmi ile
kendimizi bütünleştirmek üzere uygularız.
2) Zekâmızın bize,
çevremiz ile ilgili eşsiz bir sorumluluk duygusu verdiğini kabul ederiz.
Ekolojik dengenin sağlanması ve evrim kavramının da bilincinde olarak,
doğa ile uyum içerisinde yaşamaya çalışırız.
3) Gücün bir derinliği
olduğunu kabul ederiz ve bu güç, ortalama bir insanın açık olarak
bildiğinden çok daha fazla büyüktür. Çok daha fazla büyük olduğundan
dolayı bazen doğaüstü diye isimlendirilse de, biz bunu, herkesin doğal
potansiyelinin altında yatan bir güç olarak görürüz.
4) Yaratıcı
Gücün, evrendeki kutupları da ispatladığını kabul ederiz - eril ve dişi -
ve tüm insanların, eril ile dişiler arasındaki karşılıklı etkileşimin
altında da yatan aynı Yaratıcı Güç’tür. Bu iki kutbun birbirini
desteklemesi gerektiğini bilerek, hiçbirini diğerinin üzerinde
değerlendirmeyiz. Cinselliği, zevk ve hayatın şekillendirilmesi olarak
değerlendirirz ve aynı zamanda enerji kaynaklarından biridir ve dinsel
bir tapınmadır (kutsaldır).
5) Hem iç hem de dış dünyaları, ya da
psikolojik dünyaları -ki bazen Ruhsal Dünya olarak da bilinir- biz Toplu
Bilinçsiz İç Dünyalar vb. olarak kabul ederiz. Ve bu iki boyutun
birbiriyle etkileşimini, doğaüstü fenomenin ve sihirsel egzersizlerin
bir temeli olarak görürüz. Bir boyutu diğerinden daha az önemsemeyiz,
çünkü görürüz ki her ikisi de bizim tamamlanmamız için gereklidir.
6) Hiçbir otoriter hiyerarşiyi kabul etmeyiz ancak öğretenleri
onurlandırır, daha fazla olan bilgilerini ve ilimlerini paylaşanlara
saygı duyar ve kendilerini cesaretle öğretmenliğe adayanlara da şükran
duyarız.
7) Dini, sihiri ve bilgeligi, bir kişinin dünyayı nasıl
gördüğü ve bu dünyada Cadı olarak nasıl yaşadığı olarak görürüz. -ki bir
dünya görüş ve hayat felsefesi olarak tanımladığımız şey cadılıktır.
8) Birine ‘Cadı’ demek Cadı olmak demek değildir, ancak bu kalıtsal da
değildir, titrleri, dereceleri ve Kabul törenlerini vb... içermez. Bir
Cadı, bilgece yaşamak, iyi olmak ve başkalarına zarar vermeden Doğa ile
uyum içinde yaşamayı sağlamak için içindeki güçleri kontrol etmeye
çalışır.
9) Hayatın ifa edilmesi ve gerçekleştirilmesinin, bilincin
geliştirilmesi ve evrimi ile mümkün olduğuna inanırız ve bunun da,
kişinin kendi şahsi rolü ile birlikte evrenin anlamını oluşturduğun
inanırız.
10) Hristiyanlık ya da herhangi bir başka dine ya da hayat
felsefesine olan karşıtlığımız, hayatın kurallarını sadece ‘bir tek
yol’a bağlamalarıdır. Ayrıca bir diğer karşıtlık sebebimiz, diğerlerinin
özgürlüğünü inkar edip diğer dinsel inanış ve uygulamaların
geçersizliğini desteklemeleridir.
11) Amerikalı (veya Dünya çapında)
Cadılar olarak, Cadılığın geçmişindeki tartışmaları, farklı terimlerin
orjinalleri ve çeşitli kavramların meşruluğunu tehdit olarak görmeyiz.
Biz, şimdiki zamanımız ve geleceğimiz ile ilgileniriz.
12) Biz
mutlak şeytan kavramını kabul etmeyiz ve de aynı zamanda Satan ya da
Şeytan diye adlandırılan herhangi bir metaya da ibadet etmeyiz (ki bu
hristiyanlık tarafından öne sürülmüştür). Diğerlerinin inkar edilmesi
ile kazanılan kişisel faydanın gerçekliğine inanmadığımız gibi,
diğerlerinin acı çekmesi üzerine gelen gücü de aramayız.
13) Sağlığımız ve iyiliğimiz ile uyum içinde olan doğa ile baş başa olmayı seçmemiz gerektiğine inanırız.
Doğa Döngüleri (Sabbatlar)
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi wiccanlar ve cadılar 8 mevsimsel
bayramı kutlamaktadırlar. Wiccanlara göre bu 8 mevsimsel bayram, doğanın
ve dolayısıyla yaşamın döngüleridir ve bu döngülere uygun olarak tanrı
ve tanrıçalara dua edip ve kutlamaktadırlar. Bu döngüler; samhain,
imbolg, oestara, beltane, litha, lammas, madron yule’dur. Bunlar
arasında Samhain, Imbolg, Beltane ve Lammas gibi ana sabbatlar, çevrede
ki doğalar gözlemlenerek belirlenmiştir.
Mevsimsel
döngülerin kutlanmasının sebebi, bizimde doğanın bir parçası olarak
doğayla birlikte bu döngülere uğradığımıza inanılmasından öte
gelmektedir.
Samhain
31 ekim günü kutlanır. Kış yağışları
başlamadan önce, daha fazla hasatın toplandığı bir gün olarak
belirlenmiştir. Dolayısıyla yılın başlangıcı ve sonudur. Bu yüzden
başlangıçları ve bitişleri sembolize eder. Bu sebepten dolayı ölüm ve
öte alem ile ilişkilendirilmiştir ve öte alem ile bu alem arasındaki
perdelerin en çok açıldığı dönem olarak benimsenmiştir. Bundan dolayı
kötü ruhların geçişi engellenir, iyi ruhlarla irtibata girilmeye
çalışılırdı. Özellikle vefat ed
Litha
21 Haziranda kutlanmaktadır. Gündüzlerin kısalıp gecelerin uzamaya
başladığı bu dönem güneşin gücünün en üst seviyeye çıktığı dönem olarak
kutlanmaktadır. Bu yüzden güneşe dair tanrı ve tanrıçalar
onurlandırılır, güneşin ışıklarıyla kutlanırdı. Bundan dolayı altın sarısı renkler genelde kullanılmaktadır.
Bu dönümde, meşe tanrısıyla çobanpüskülü tanrısının savaşının yeniden
başladığına inanılır ve bu sefer çobanpüskülü tanrısının yendiğine
inanılırdı ve bu sembolize edilirdi.
Lammas
1 Haziran'da
kutlanmaktadır. Hasat bayramıdır ve mahsüllerin toplanmasını sembolize
etmektedir. Bu yüzden önemli sabbatlardan biridir.
Eski dönem
cadılarda, hasatlar toplandığı için büyük sevinçle karşılanır ve
çocuklar, gençler, yaşlılar sevinç ile bu bayramı kutlarlardı. O yüzden
dolayı modern wiccanlar tarafından bereket ve bolluğun, yeni
başlangıçların ve başarıların gelmesi olarak yorumlanmakta ve bu
boylamda kutlanmaktadır.
Madron
1 Eylül'de kutlanmaktadır. Gün
ve gecenin eşit olması, her şeyin toplanması ve hasatın doruğa ulaşması
kutlanmaktadır. Kişilerin, tüm tutsaklıklarından kurtulması, şifalanması
amaç edinir ve bu amaçla ayinler yapılmaktadır. Aynı zamanda denge
noktası olduğu için, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak için bu
bayramlarda tanrı ve tanrıçalara dualar edilmektedir.
Wicca Sembolizması
Wiccanların kullandıkları sembolizmalar cadıların kullandıklarıyla
aynıdır. Öncelikle dört elementi sembolize eden nesneler
sembolizmalarının önemli kısmını oluşturur. Bir diğer önemli nokta ise
tanrı ve tanrıçaların sembolizmalarıdır. Genelde altarlarında mutlaka
inandıkları tanrıça veya tanrının bir küçük heykeli veya resmi bulunur.
Çember
Çember cadılar ve wiccanlar için olmazsa olmaz bir
kavramdır. Çember aynı anda birçok şeyi tasvir eder ve mutlaka her
kutlama ve ayinden önce çember açılmaktadır. Çember açma, eğer covensa
geniş, tek kişi ise dar bir şekilde enerji dairesi yaratma anlamına
gelmektedir. Bu kutsanmış asa veya athame ya da hançer ile
yapılmaktadır. (Athame ya da asa, enerjiyi bir noktaya odaklamak için
kullanılmaktadır. Ruhsal enerji, bu araçlar vasıtasıyla o noktaya
odaklanmaktadır. Eski Kızılderililerde şamanlar bunun için kuş tüyü
kullanmaktaydı.)
Kuzeyden saat yönünde athame ile ya da
zihinsel olarak bir çember çizilmekte ve gerekli okumalar, büyülü sözler
söylenmektedir. (Spell denen bu sözler, genellikle dörtlüklerden ve
uyuklardan oluşur. Eski inançlara göre şiir, büyüyü uyandırmanın en
etkili ve en eski yöntemidir). Daha sonra elementler invoke
edilmektedir. (davet edilir) Gerekli çalışmalar ve onurlandırmalar
yapıldıktan sonra çemberi kapatmak için kuzeyden başlayarak saatin ters
yönünde çember dağıtılırdı.
Çember açmanın üç temel amacı vardır:
1. Kutsal bir alan yaratmak. Bu çember ile belirlenen alanı, maddi
dünyadan ayırmak ve kutsal bir alan yaratmak anlamına gelmektedir. Bu
sınırı çizilen alanda enerji yoğunlaştırılır ve tüm kutlamalar bu alan
içerisinde yapılır. Bu açılan çember artık cadının veya wiccanın kendi
kişisel kutsal alanıdır.
2. Perdeleri aralamak. Bu maddi ile
manevi dünya arasındaki perdelerin aralanması anlamına gelmektedir.
Çember açmanın en önemli amacı budur. Böylelikle maddi dünyadan, manevi
dünyaya geçiş yapılır ve gerekli enerji çekilir veya aktarılır. Bu
çizilen çember içerisi artık dünyadan soyutlanmış, manevi alana açılmış
bir vorteks ve kapıdır.
3. Korunmak. Çemberin açılacağı alan
öncelikle tüm negatif enerji ve tesirlerden temizlenir. En eski cadılar
kutsal dualar ve enerji ilimiyle bunu yaparlardı. Ortaçağda bu süpürge
ile yapılmaktaydı. Cadı, süpürge ile o alanın tüm negatif enerjilerini
süpürürdü. (Cadıların süpürge ile sembolize edilmelerinin sebebi budur)
Modern cadılar, genellikle temizlemeyi imajinasyonla veya geneleksel yol
olan süpürgeyle yapmaktadırlar. Daha sonra sınırlar belirlenerek,
dışarıdan gelebilecek tüm negatif enerji ve varlıklara karşı korunma
sağlanır. Böylelikle cadı veya wiccan, korunmuş ve sadece gerekli olan
enerjileri kendi alanı içerisinde yaratmış bulunmaktadır.
Altar
Altar, wiccalar için olmazsa olmazlardan biridir. Altar (sunak), gerek
mevsim döngülerinde gerekse diğer ritüellerde bir cadının/wiccanın
neredeyse eli ayağıdır. Altar, üstünde gölgeler kitabı, dört elementi
sembolize eden eşyalar, mevsimsel döngülere göre adanan yiyecekler-
içecekler, yapılacak kutlamaya özgü sunak örtüsü, enerjiyi arttırmak
için tütsüler, kristaller, mumlar bulunan ve tanrı ile tanrıçanın
onurlandırıldığı küçük masalardır.
Basit bir Altar, küçük bir
masa ve üzerinde mum, atheme (iki tarafı keskin ritüel bıçağı, genelde
modern cadılar mektup açacağı ya da hançer tarzı kullanılır), kase ve
zil gibi elementleri sembolize eden nesneler, eğer mevsimsel döngü
kutlanıyorsa, o döngüye ait yiyecekler ve tanrıça ile tanrının bir küçük
resminin bulunmasıyla oluşur.
Altar genellikle tahtadan
(ritüellerde her şeyin doğal olması ve plastiğin kullanılmaması enerji
akışı için çok önemlidir) olur ve çok şekillerde olabilir. Eski antik
zamanlarda büyük mermer taşlardan olan sunaklar, modern cadılarda küçük
sehpalardan bile olmaktadır.
Elementler ve Element Nesneleri
Dünya’nın yaratılışını ve enerji dağılımını sağlayan dört element
cadılar ve wiccalar için çok önemlidir. Bu dört enerjinin bizim
duygusal, zihinsel ve fiziksel hayatımızda etkin rolleri vardır. Bu
yüzden bir ayine öncelikle dört elementin çağırımı ile başlanır. Dört
elementin çağırımın amacı, bu dört yaşam enerjisinin o ortamı kutsaması,
enerji aktarması ve süptil alemlere geçiş için yardım etmesidir. Bu
süre zarfında elementler ile enerji bütünleşir ve beşinci bir enerji
kaynağı olan ruh enerjisi doruğa ulaşır.
Eski cadıların
inançları, eğer bir kişi dört elementin sırrına ulaşırsa beşinci element
olan ruhun sırrına ulaşılacağını kapsardı. Ve bu cadılıkta çok önemli
bir felsefeydi. Haliyle cadılar doğadaki element enerjilerini çağırır,
onlardan bilgelikleri öğrenir ve gerekli noktalarda ruhsal enerjileriyle
(ruh elementiyle) o dört enerjiyi yönlendirirdi. Bu yüzden havayı,
suyu, ateşi ve toprağı kontrol edebilecek kudrete sahip olurlardı.
Aslında burada kontrol etmekten çok bir saygıdan ve enerjilerin
uyumundan bahsetmek daha doğrudur. Çünkü eski inanışlardı bir şeyi
kontrol etmekten çok, o şeye saygı duymak ve o şeyle uyumlu olmak
benimsenirdi. Bu inanç modern cadılar ve wiccalar tarafından da günümüze
taşınmıştır.
Dört elementi çağırım için dört yönün tayini çok
önemlidir. Kuzey toprağı, güney ateşi, batı suyu, doğuda havayı
barındırır ve çağırımlar bu dört yöne dönerek yapılmaktadır. Çağırımı
yapacak cadı veya Wiccan, o elemente özgü iç sesiyle yazdığı uyaklı
dörtlüğü (spell, büyülü söz) o yöne doğru okur ve çağırım pentegramıyla o
elementi çembere davet etmektedir. Bu noktada altarda elementi
sembolize eden nesnenin olması, element çağırımını kolaylaştırmaktadır.
Çünkü sembolizmalar, o şeyin enerjisini odaklaştırmayı kolaylaştırır ve
arttırır. Bu yönden dört elementi sembolize eden nesneler muhakkak
altarlada bulunur ve çağırım sırasında doğru yönlere konmaktadır.
Elementleri sembolize etmenin birçok yolu vardır. Altarın kesin kuralı
olmadığı için bazı kişiler elementi sembolize eden dört renkli mumla,
kimisi toprak için tuz, ateş için mum, hava için tütsü, su için esanslı
yağ kullanara
İşkence yöntemleri şu şekildeydi; En çok uygulanan idam etme ve işkence yöntemi, canlı olarak yakmaktı. Bunun dışında suçlu bulunan kadın sıkıca bağlanır, huni yardımıyla sindirim sistemi patlayana kadar su içirilirdi. Metal tıkaç denen bir aletle (armut şeklinde bir alettir) ağzındaki tüm dişler kırılır, suçunu itiraf edene kadar çene kemikleri kırılırdı. Ayakları, kan damarları çatlayana ve kemikleri kırılana kadar demir mengene ile sıkıştırılırdı. İffetsizliğini sembolize eden canlı maymun, şeytanın sembolleri olan yılan ve kedi ile kadın bir çuvala konur ve suya atılırdı. Bazen de diri diri toprağa gömülürdü. Atlar ile dört tarafından bağlanır, parçalara ayrılması sağlanırdı. İşkence çarkında parçalanırdı, kafası kesilirdi. Bağırsakları çıkartılır, dönen bir tahtaya bağlanarak, tahta çevrilir ve bağırsaklarının tahtaya dolanması sağlanırdı. Ve daha nice akla hayale gelmeyen işkencelerle çoğu kadın (öldürülen kadın sayısı erkeklerin iki katıdır. Çünkü o dönemde engizisyon mahkemesine göre kadınlar potansiyel cadıdırlar.) olmak üzere binlerce insan öldürülmüş ve zorla cadı olduğu itiraf ettirilmiştir.
Bu şekilde haklı haksız, iyi, kötü herkesin yakıldığı dönemler, hakiki cadıların saklanmasını gerektirmiştir. Bu yüzden dolayı cadılar, takma isimler kullanmışlar, gizli notlarını saklamak için aileden aileye geçecek defterler tutmuşlardır. Hala daha modern cadılar ve wiccanlar, bu anılara sadık kalmak için takma isimler kullanmakta ve gölgeler kitabı denen, pratiklerini anlatan defterler tutmaktadırlar.
Salem Cadıları
İngiliz kolonilerinin yaşadığı Massachusetts yakınlarında bulunan Salem Kasabasının önde gelen tüccarlarından, Samuel Parris, bir dönem Barbados’la ticaret yapmış, oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini düşündüğü bir çift köle getirmişti;Jhon ve Tituba. Tituba, Parris’lerin 9 yaşındaki kızı Betty ve 11 yaşındaki yeğenleri Abegail’in bakıcılığını yapıyordu. Özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu Tituba’nın yanında geçiriyorlardı. O da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü vudu büyücüleri ve büyüleri içeren Barbados hikayeleri anlatıyordu. Onları şok edebilecek kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan kızlar, çok geçmeden Tituba’dan aldıkları bilgilerle kasabadaki yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya başladılar. İlk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirilerinin fallarına baktılar, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. Ancak eğlenceli ve can sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye başladı.
1692 yılının Ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. Kızlar, Tituba’nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları suçladılar.
O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini Şeytan’ın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu sebeple bu acılar içindeki masum görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.
Soruşturmadan hemen önce, Mary’nin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi ve Tituba’ya tarifi eski İngiliz reçetelerinden alınan bir Cadı Pastası yapmasını emretti. Çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. Sonrasında da köpek ya çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. Parris, Şeytan’dan kurtulmak için Şeytan’dan fayda bekleyen bu kadına çok kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. Parris kilisede; “Aramızda Şeytan geziniyor, Öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman susturulabileceğini ancak ve ancak Tanrı bilir” diye konuşma yaptı.
İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular ve bu üç kadın hemen tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar (Cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Mahkeme heyeti tarafından bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan Sarah Good ve Sarah Osborne masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler. Cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak Parris’ten dayak yiyen ve küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan Tituba, cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Kendisini kurtarmak için ise; kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına almış olduğunu söyledi. Ayrıca geceleri her iki Sarah ve onların hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı. Bununla birlikte onu evvelki gece küçük Ann’iye saldırmak için zorladıklarını söyledi. Bu itiraflar sırasında “Bir evvelki gece cadılar benim kafamı kesmeye çalıştılar” diyerek bağırdı Ann. Bunun üzerine küçük Ann’iden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı olduklarına kesinlik getirildi. Tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi Salem Kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı olmadığını açıkladı. Ona göre Salem’de 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli bir adam tarafından yönetiliyordu. Sonraki günlerdeki sorgularında Tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca Şeytan’ın defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde Salem’de yaşayan 9 kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. Kızların üzerinden hayaletleri çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan Sarah Osborne ağır zincirlere dayanamadı ve öldü. Bu dava içindeki ilk ölümdü. Böylece ilk iki Cadı Boston hapishanesine gönderilirken mahkeme Yargılama sırasında suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı Giles Corey, dava sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. Bunun olmasını istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. Böylece mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal varlığınıda korumuş olacaktı. Ancak Mahkemenin buna tepkisi hiçte Corey’in beklediği gibi olmadı. Salem meydanında halka açık bir yerde Corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. Bu plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. Corey ezilmeye başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. Bir ara fazla basınçtan dili bile dışarıya fırlamıştı. Daha fazla taş konulduğu zaman Corey dayanamadı ve öldü. Daha sonra olaya bir açıklık küçük Ann’iden geldi. Corey Şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair Şeytandan garanti almıştı.
O dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese bile bunlar son idamlardı. Kızların suçlamaları tam bir histeri krizi durumuna ulaşmıştı ve en sonunda Mahkeme Heyeti Başkanı Phips’in karısını bile cadılıkla suçladılar. Bunun sonrasında 29 Ekim tarihinde Phisp mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla doluydu. İşlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık davalara Salem’de değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.
Olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. En son davaya ise Mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar suçsuz bulundu. Böylece kabus artık sona eriyordu. Aslında olayların başlamasına sebep olduğuna inanılan Tituba serbest bırakıldı ve mahkeme masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı.
(Mahkemeye Özel Not: O dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara ödettirildi.)
O dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala Salem kasabasına bir çok turist çekiyor. Cadıların gömüldükleri o sığ mezarların bulunduğu tepe aslında çoktan yüksek binalarla kaplanmış durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda
Wiccanların Benimsediği 13 Temel Kural
73 cadının kurduğu, Amerikan Cadılar komitesi (Council of American Witches) 1973 yılında nisan ayında, ilkbahar cadı toplantısı yapmış ve önyargıları yıkmak, cadılığı belli bir sisteme sokmak üzere 13 temel prensibi benimsemiş ve kâğıda dökmüşlerdir. Dolayısıyla bu 13 temel kural wiccanlar tarafından da benimsenmiş ve wicca’nın da 13 temel prensibi konumuna yerleşmiştir. 13 prensip şu şekildedir:
1) Biz, törenlerimizi, Ay’ın evreleri ve Mevsimsel Çeyrekler ve Kesişen Çeyrekler tarafından ortaya çıkarılan hayat güçlerinin doğal ritmi ile kendimizi bütünleştirmek üzere uygularız.
2) Zekâmızın bize, çevremiz ile ilgili eşsiz bir sorumluluk duygusu verdiğini kabul ederiz. Ekolojik dengenin sağlanması ve evrim kavramının da bilincinde olarak, doğa ile uyum içerisinde yaşamaya çalışırız.
3) Gücün bir derinliği olduğunu kabul ederiz ve bu güç, ortalama bir insanın açık olarak bildiğinden çok daha fazla büyüktür. Çok daha fazla büyük olduğundan dolayı bazen doğaüstü diye isimlendirilse de, biz bunu, herkesin doğal potansiyelinin altında yatan bir güç olarak görürüz.
4) Yaratıcı Gücün, evrendeki kutupları da ispatladığını kabul ederiz - eril ve dişi - ve tüm insanların, eril ile dişiler arasındaki karşılıklı etkileşimin altında da yatan aynı Yaratıcı Güç’tür. Bu iki kutbun birbirini desteklemesi gerektiğini bilerek, hiçbirini diğerinin üzerinde değerlendirmeyiz. Cinselliği, zevk ve hayatın şekillendirilmesi olarak değerlendirirz ve aynı zamanda enerji kaynaklarından biridir ve dinsel bir tapınmadır (kutsaldır).
5) Hem iç hem de dış dünyaları, ya da psikolojik dünyaları -ki bazen Ruhsal Dünya olarak da bilinir- biz Toplu Bilinçsiz İç Dünyalar vb. olarak kabul ederiz. Ve bu iki boyutun birbiriyle etkileşimini, doğaüstü fenomenin ve sihirsel egzersizlerin bir temeli olarak görürüz. Bir boyutu diğerinden daha az önemsemeyiz, çünkü görürüz ki her ikisi de bizim tamamlanmamız için gereklidir.
6) Hiçbir otoriter hiyerarşiyi kabul etmeyiz ancak öğretenleri onurlandırır, daha fazla olan bilgilerini ve ilimlerini paylaşanlara saygı duyar ve kendilerini cesaretle öğretmenliğe adayanlara da şükran duyarız.
7) Dini, sihiri ve bilgeligi, bir kişinin dünyayı nasıl gördüğü ve bu dünyada Cadı olarak nasıl yaşadığı olarak görürüz. -ki bir dünya görüş ve hayat felsefesi olarak tanımladığımız şey cadılıktır.
8) Birine ‘Cadı’ demek Cadı olmak demek değildir, ancak bu kalıtsal da değildir, titrleri, dereceleri ve Kabul törenlerini vb... içermez. Bir Cadı, bilgece yaşamak, iyi olmak ve başkalarına zarar vermeden Doğa ile uyum içinde yaşamayı sağlamak için içindeki güçleri kontrol etmeye çalışır.
9) Hayatın ifa edilmesi ve gerçekleştirilmesinin, bilincin geliştirilmesi ve evrimi ile mümkün olduğuna inanırız ve bunun da, kişinin kendi şahsi rolü ile birlikte evrenin anlamını oluşturduğun inanırız.
10) Hristiyanlık ya da herhangi bir başka dine ya da hayat felsefesine olan karşıtlığımız, hayatın kurallarını sadece ‘bir tek yol’a bağlamalarıdır. Ayrıca bir diğer karşıtlık sebebimiz, diğerlerinin özgürlüğünü inkar edip diğer dinsel inanış ve uygulamaların geçersizliğini desteklemeleridir.
11) Amerikalı (veya Dünya çapında) Cadılar olarak, Cadılığın geçmişindeki tartışmaları, farklı terimlerin orjinalleri ve çeşitli kavramların meşruluğunu tehdit olarak görmeyiz. Biz, şimdiki zamanımız ve geleceğimiz ile ilgileniriz.
12) Biz mutlak şeytan kavramını kabul etmeyiz ve de aynı zamanda Satan ya da Şeytan diye adlandırılan herhangi bir metaya da ibadet etmeyiz (ki bu hristiyanlık tarafından öne sürülmüştür). Diğerlerinin inkar edilmesi ile kazanılan kişisel faydanın gerçekliğine inanmadığımız gibi, diğerlerinin acı çekmesi üzerine gelen gücü de aramayız.
13) Sağlığımız ve iyiliğimiz ile uyum içinde olan doğa ile baş başa olmayı seçmemiz gerektiğine inanırız.
Doğa Döngüleri (Sabbatlar)
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi wiccanlar ve cadılar 8 mevsimsel bayramı kutlamaktadırlar. Wiccanlara göre bu 8 mevsimsel bayram, doğanın ve dolayısıyla yaşamın döngüleridir ve bu döngülere uygun olarak tanrı ve tanrıçalara dua edip ve kutlamaktadırlar. Bu döngüler; samhain, imbolg, oestara, beltane, litha, lammas, madron yule’dur. Bunlar arasında Samhain, Imbolg, Beltane ve Lammas gibi ana sabbatlar, çevrede ki doğalar gözlemlenerek belirlenmiştir.
Mevsimsel döngülerin kutlanmasının sebebi, bizimde doğanın bir parçası olarak doğayla birlikte bu döngülere uğradığımıza inanılmasından öte gelmektedir.
Samhain
31 ekim günü kutlanır. Kış yağışları başlamadan önce, daha fazla hasatın toplandığı bir gün olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla yılın başlangıcı ve sonudur. Bu yüzden başlangıçları ve bitişleri sembolize eder. Bu sebepten dolayı ölüm ve öte alem ile ilişkilendirilmiştir ve öte alem ile bu alem arasındaki perdelerin en çok açıldığı dönem olarak benimsenmiştir. Bundan dolayı kötü ruhların geçişi engellenir, iyi ruhlarla irtibata girilmeye çalışılırdı. Özellikle vefat ed
Litha
21 Haziranda kutlanmaktadır. Gündüzlerin kısalıp gecelerin uzamaya başladığı bu dönem güneşin gücünün en üst seviyeye çıktığı dönem olarak kutlanmaktadır. Bu yüzden güneşe dair tanrı ve tanrıçalar onurlandırılır, güneşin ışıklarıyla kutlanırdı. Bundan dolayı altın sarısı renkler genelde kullanılmaktadır.
Bu dönümde, meşe tanrısıyla çobanpüskülü tanrısının savaşının yeniden başladığına inanılır ve bu sefer çobanpüskülü tanrısının yendiğine inanılırdı ve bu sembolize edilirdi.
Lammas
1 Haziran'da kutlanmaktadır. Hasat bayramıdır ve mahsüllerin toplanmasını sembolize etmektedir. Bu yüzden önemli sabbatlardan biridir.
Eski dönem cadılarda, hasatlar toplandığı için büyük sevinçle karşılanır ve çocuklar, gençler, yaşlılar sevinç ile bu bayramı kutlarlardı. O yüzden dolayı modern wiccanlar tarafından bereket ve bolluğun, yeni başlangıçların ve başarıların gelmesi olarak yorumlanmakta ve bu boylamda kutlanmaktadır.
Madron
1 Eylül'de kutlanmaktadır. Gün ve gecenin eşit olması, her şeyin toplanması ve hasatın doruğa ulaşması kutlanmaktadır. Kişilerin, tüm tutsaklıklarından kurtulması, şifalanması amaç edinir ve bu amaçla ayinler yapılmaktadır. Aynı zamanda denge noktası olduğu için, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak için bu bayramlarda tanrı ve tanrıçalara dualar edilmektedir.
Wicca Sembolizması
Wiccanların kullandıkları sembolizmalar cadıların kullandıklarıyla aynıdır. Öncelikle dört elementi sembolize eden nesneler sembolizmalarının önemli kısmını oluşturur. Bir diğer önemli nokta ise tanrı ve tanrıçaların sembolizmalarıdır. Genelde altarlarında mutlaka inandıkları tanrıça veya tanrının bir küçük heykeli veya resmi bulunur.
Çember
Çember cadılar ve wiccanlar için olmazsa olmaz bir kavramdır. Çember aynı anda birçok şeyi tasvir eder ve mutlaka her kutlama ve ayinden önce çember açılmaktadır. Çember açma, eğer covensa geniş, tek kişi ise dar bir şekilde enerji dairesi yaratma anlamına gelmektedir. Bu kutsanmış asa veya athame ya da hançer ile yapılmaktadır. (Athame ya da asa, enerjiyi bir noktaya odaklamak için kullanılmaktadır. Ruhsal enerji, bu araçlar vasıtasıyla o noktaya odaklanmaktadır. Eski Kızılderililerde şamanlar bunun için kuş tüyü kullanmaktaydı.)
Kuzeyden saat yönünde athame ile ya da zihinsel olarak bir çember çizilmekte ve gerekli okumalar, büyülü sözler söylenmektedir. (Spell denen bu sözler, genellikle dörtlüklerden ve uyuklardan oluşur. Eski inançlara göre şiir, büyüyü uyandırmanın en etkili ve en eski yöntemidir). Daha sonra elementler invoke edilmektedir. (davet edilir) Gerekli çalışmalar ve onurlandırmalar yapıldıktan sonra çemberi kapatmak için kuzeyden başlayarak saatin ters yönünde çember dağıtılırdı.
Çember açmanın üç temel amacı vardır:
1. Kutsal bir alan yaratmak. Bu çember ile belirlenen alanı, maddi dünyadan ayırmak ve kutsal bir alan yaratmak anlamına gelmektedir. Bu sınırı çizilen alanda enerji yoğunlaştırılır ve tüm kutlamalar bu alan içerisinde yapılır. Bu açılan çember artık cadının veya wiccanın kendi kişisel kutsal alanıdır.
2. Perdeleri aralamak. Bu maddi ile manevi dünya arasındaki perdelerin aralanması anlamına gelmektedir. Çember açmanın en önemli amacı budur. Böylelikle maddi dünyadan, manevi dünyaya geçiş yapılır ve gerekli enerji çekilir veya aktarılır. Bu çizilen çember içerisi artık dünyadan soyutlanmış, manevi alana açılmış bir vorteks ve kapıdır.
3. Korunmak. Çemberin açılacağı alan öncelikle tüm negatif enerji ve tesirlerden temizlenir. En eski cadılar kutsal dualar ve enerji ilimiyle bunu yaparlardı. Ortaçağda bu süpürge ile yapılmaktaydı. Cadı, süpürge ile o alanın tüm negatif enerjilerini süpürürdü. (Cadıların süpürge ile sembolize edilmelerinin sebebi budur) Modern cadılar, genellikle temizlemeyi imajinasyonla veya geneleksel yol olan süpürgeyle yapmaktadırlar. Daha sonra sınırlar belirlenerek, dışarıdan gelebilecek tüm negatif enerji ve varlıklara karşı korunma sağlanır. Böylelikle cadı veya wiccan, korunmuş ve sadece gerekli olan enerjileri kendi alanı içerisinde yaratmış bulunmaktadır.
Altar
Altar, wiccalar için olmazsa olmazlardan biridir. Altar (sunak), gerek mevsim döngülerinde gerekse diğer ritüellerde bir cadının/wiccanın neredeyse eli ayağıdır. Altar, üstünde gölgeler kitabı, dört elementi sembolize eden eşyalar, mevsimsel döngülere göre adanan yiyecekler- içecekler, yapılacak kutlamaya özgü sunak örtüsü, enerjiyi arttırmak için tütsüler, kristaller, mumlar bulunan ve tanrı ile tanrıçanın onurlandırıldığı küçük masalardır.
Basit bir Altar, küçük bir masa ve üzerinde mum, atheme (iki tarafı keskin ritüel bıçağı, genelde modern cadılar mektup açacağı ya da hançer tarzı kullanılır), kase ve zil gibi elementleri sembolize eden nesneler, eğer mevsimsel döngü kutlanıyorsa, o döngüye ait yiyecekler ve tanrıça ile tanrının bir küçük resminin bulunmasıyla oluşur.
Altar genellikle tahtadan (ritüellerde her şeyin doğal olması ve plastiğin kullanılmaması enerji akışı için çok önemlidir) olur ve çok şekillerde olabilir. Eski antik zamanlarda büyük mermer taşlardan olan sunaklar, modern cadılarda küçük sehpalardan bile olmaktadır.
Elementler ve Element Nesneleri
Dünya’nın yaratılışını ve enerji dağılımını sağlayan dört element cadılar ve wiccalar için çok önemlidir. Bu dört enerjinin bizim duygusal, zihinsel ve fiziksel hayatımızda etkin rolleri vardır. Bu yüzden bir ayine öncelikle dört elementin çağırımı ile başlanır. Dört elementin çağırımın amacı, bu dört yaşam enerjisinin o ortamı kutsaması, enerji aktarması ve süptil alemlere geçiş için yardım etmesidir. Bu süre zarfında elementler ile enerji bütünleşir ve beşinci bir enerji kaynağı olan ruh enerjisi doruğa ulaşır.
Eski cadıların inançları, eğer bir kişi dört elementin sırrına ulaşırsa beşinci element olan ruhun sırrına ulaşılacağını kapsardı. Ve bu cadılıkta çok önemli bir felsefeydi. Haliyle cadılar doğadaki element enerjilerini çağırır, onlardan bilgelikleri öğrenir ve gerekli noktalarda ruhsal enerjileriyle (ruh elementiyle) o dört enerjiyi yönlendirirdi. Bu yüzden havayı, suyu, ateşi ve toprağı kontrol edebilecek kudrete sahip olurlardı. Aslında burada kontrol etmekten çok bir saygıdan ve enerjilerin uyumundan bahsetmek daha doğrudur. Çünkü eski inanışlardı bir şeyi kontrol etmekten çok, o şeye saygı duymak ve o şeyle uyumlu olmak benimsenirdi. Bu inanç modern cadılar ve wiccalar tarafından da günümüze taşınmıştır.
Dört elementi çağırım için dört yönün tayini çok önemlidir. Kuzey toprağı, güney ateşi, batı suyu, doğuda havayı barındırır ve çağırımlar bu dört yöne dönerek yapılmaktadır. Çağırımı yapacak cadı veya Wiccan, o elemente özgü iç sesiyle yazdığı uyaklı dörtlüğü (spell, büyülü söz) o yöne doğru okur ve çağırım pentegramıyla o elementi çembere davet etmektedir. Bu noktada altarda elementi sembolize eden nesnenin olması, element çağırımını kolaylaştırmaktadır. Çünkü sembolizmalar, o şeyin enerjisini odaklaştırmayı kolaylaştırır ve arttırır. Bu yönden dört elementi sembolize eden nesneler muhakkak altarlada bulunur ve çağırım sırasında doğru yönlere konmaktadır.
Elementleri sembolize etmenin birçok yolu vardır. Altarın kesin kuralı olmadığı için bazı kişiler elementi sembolize eden dört renkli mumla, kimisi toprak için tuz, ateş için mum, hava için tütsü, su için esanslı yağ kullanara
21 Haziranda kutlanmaktadır. Gündüzlerin kısalıp gecelerin uzamaya başladığı bu dönem güneşin gücünün en üst seviyeye çıktığı dönem olarak kutlanmaktadır. Bu yüzden güneşe dair tanrı ve tanrıçalar onurlandırılır, güneşin ışıklarıyla kutlanırdı. Bundan dolayı altın sarısı renkler genelde kullanılmaktadır.
Bu dönümde, meşe tanrısıyla çobanpüskülü tanrısının savaşının yeniden başladığına inanılır ve bu sefer çobanpüskülü tanrısının yendiğine inanılırdı ve bu sembolize edilirdi.
Lammas
1 Haziran'da kutlanmaktadır. Hasat bayramıdır ve mahsüllerin toplanmasını sembolize etmektedir. Bu yüzden önemli sabbatlardan biridir.
Eski dönem cadılarda, hasatlar toplandığı için büyük sevinçle karşılanır ve çocuklar, gençler, yaşlılar sevinç ile bu bayramı kutlarlardı. O yüzden dolayı modern wiccanlar tarafından bereket ve bolluğun, yeni başlangıçların ve başarıların gelmesi olarak yorumlanmakta ve bu boylamda kutlanmaktadır.
Madron
1 Eylül'de kutlanmaktadır. Gün ve gecenin eşit olması, her şeyin toplanması ve hasatın doruğa ulaşması kutlanmaktadır. Kişilerin, tüm tutsaklıklarından kurtulması, şifalanması amaç edinir ve bu amaçla ayinler yapılmaktadır. Aynı zamanda denge noktası olduğu için, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak için bu bayramlarda tanrı ve tanrıçalara dualar edilmektedir.
Wicca Sembolizması
Wiccanların kullandıkları sembolizmalar cadıların kullandıklarıyla aynıdır. Öncelikle dört elementi sembolize eden nesneler sembolizmalarının önemli kısmını oluşturur. Bir diğer önemli nokta ise tanrı ve tanrıçaların sembolizmalarıdır. Genelde altarlarında mutlaka inandıkları tanrıça veya tanrının bir küçük heykeli veya resmi bulunur.
Çember
Çember cadılar ve wiccanlar için olmazsa olmaz bir kavramdır. Çember aynı anda birçok şeyi tasvir eder ve mutlaka her kutlama ve ayinden önce çember açılmaktadır. Çember açma, eğer covensa geniş, tek kişi ise dar bir şekilde enerji dairesi yaratma anlamına gelmektedir. Bu kutsanmış asa veya athame ya da hançer ile yapılmaktadır. (Athame ya da asa, enerjiyi bir noktaya odaklamak için kullanılmaktadır. Ruhsal enerji, bu araçlar vasıtasıyla o noktaya odaklanmaktadır. Eski Kızılderililerde şamanlar bunun için kuş tüyü kullanmaktaydı.)
Kuzeyden saat yönünde athame ile ya da zihinsel olarak bir çember çizilmekte ve gerekli okumalar, büyülü sözler söylenmektedir. (Spell denen bu sözler, genellikle dörtlüklerden ve uyuklardan oluşur. Eski inançlara göre şiir, büyüyü uyandırmanın en etkili ve en eski yöntemidir). Daha sonra elementler invoke edilmektedir. (davet edilir) Gerekli çalışmalar ve onurlandırmalar yapıldıktan sonra çemberi kapatmak için kuzeyden başlayarak saatin ters yönünde çember dağıtılırdı.
Çember açmanın üç temel amacı vardır:
1. Kutsal bir alan yaratmak. Bu çember ile belirlenen alanı, maddi dünyadan ayırmak ve kutsal bir alan yaratmak anlamına gelmektedir. Bu sınırı çizilen alanda enerji yoğunlaştırılır ve tüm kutlamalar bu alan içerisinde yapılır. Bu açılan çember artık cadının veya wiccanın kendi kişisel kutsal alanıdır.
2. Perdeleri aralamak. Bu maddi ile manevi dünya arasındaki perdelerin aralanması anlamına gelmektedir. Çember açmanın en önemli amacı budur. Böylelikle maddi dünyadan, manevi dünyaya geçiş yapılır ve gerekli enerji çekilir veya aktarılır. Bu çizilen çember içerisi artık dünyadan soyutlanmış, manevi alana açılmış bir vorteks ve kapıdır.
3. Korunmak. Çemberin açılacağı alan öncelikle tüm negatif enerji ve tesirlerden temizlenir. En eski cadılar kutsal dualar ve enerji ilimiyle bunu yaparlardı. Ortaçağda bu süpürge ile yapılmaktaydı. Cadı, süpürge ile o alanın tüm negatif enerjilerini süpürürdü. (Cadıların süpürge ile sembolize edilmelerinin sebebi budur) Modern cadılar, genellikle temizlemeyi imajinasyonla veya geneleksel yol olan süpürgeyle yapmaktadırlar. Daha sonra sınırlar belirlenerek, dışarıdan gelebilecek tüm negatif enerji ve varlıklara karşı korunma sağlanır. Böylelikle cadı veya wiccan, korunmuş ve sadece gerekli olan enerjileri kendi alanı içerisinde yaratmış bulunmaktadır.
Altar
Altar, wiccalar için olmazsa olmazlardan biridir. Altar (sunak), gerek mevsim döngülerinde gerekse diğer ritüellerde bir cadının/wiccanın neredeyse eli ayağıdır. Altar, üstünde gölgeler kitabı, dört elementi sembolize eden eşyalar, mevsimsel döngülere göre adanan yiyecekler- içecekler, yapılacak kutlamaya özgü sunak örtüsü, enerjiyi arttırmak için tütsüler, kristaller, mumlar bulunan ve tanrı ile tanrıçanın onurlandırıldığı küçük masalardır.
Basit bir Altar, küçük bir masa ve üzerinde mum, atheme (iki tarafı keskin ritüel bıçağı, genelde modern cadılar mektup açacağı ya da hançer tarzı kullanılır), kase ve zil gibi elementleri sembolize eden nesneler, eğer mevsimsel döngü kutlanıyorsa, o döngüye ait yiyecekler ve tanrıça ile tanrının bir küçük resminin bulunmasıyla oluşur.
Altar genellikle tahtadan (ritüellerde her şeyin doğal olması ve plastiğin kullanılmaması enerji akışı için çok önemlidir) olur ve çok şekillerde olabilir. Eski antik zamanlarda büyük mermer taşlardan olan sunaklar, modern cadılarda küçük sehpalardan bile olmaktadır.
Elementler ve Element Nesneleri
Dünya’nın yaratılışını ve enerji dağılımını sağlayan dört element cadılar ve wiccalar için çok önemlidir. Bu dört enerjinin bizim duygusal, zihinsel ve fiziksel hayatımızda etkin rolleri vardır. Bu yüzden bir ayine öncelikle dört elementin çağırımı ile başlanır. Dört elementin çağırımın amacı, bu dört yaşam enerjisinin o ortamı kutsaması, enerji aktarması ve süptil alemlere geçiş için yardım etmesidir. Bu süre zarfında elementler ile enerji bütünleşir ve beşinci bir enerji kaynağı olan ruh enerjisi doruğa ulaşır.
Eski cadıların inançları, eğer bir kişi dört elementin sırrına ulaşırsa beşinci element olan ruhun sırrına ulaşılacağını kapsardı. Ve bu cadılıkta çok önemli bir felsefeydi. Haliyle cadılar doğadaki element enerjilerini çağırır, onlardan bilgelikleri öğrenir ve gerekli noktalarda ruhsal enerjileriyle (ruh elementiyle) o dört enerjiyi yönlendirirdi. Bu yüzden havayı, suyu, ateşi ve toprağı kontrol edebilecek kudrete sahip olurlardı. Aslında burada kontrol etmekten çok bir saygıdan ve enerjilerin uyumundan bahsetmek daha doğrudur. Çünkü eski inanışlardı bir şeyi kontrol etmekten çok, o şeye saygı duymak ve o şeyle uyumlu olmak benimsenirdi. Bu inanç modern cadılar ve wiccalar tarafından da günümüze taşınmıştır.
Dört elementi çağırım için dört yönün tayini çok önemlidir. Kuzey toprağı, güney ateşi, batı suyu, doğuda havayı barındırır ve çağırımlar bu dört yöne dönerek yapılmaktadır. Çağırımı yapacak cadı veya Wiccan, o elemente özgü iç sesiyle yazdığı uyaklı dörtlüğü (spell, büyülü söz) o yöne doğru okur ve çağırım pentegramıyla o elementi çembere davet etmektedir. Bu noktada altarda elementi sembolize eden nesnenin olması, element çağırımını kolaylaştırmaktadır. Çünkü sembolizmalar, o şeyin enerjisini odaklaştırmayı kolaylaştırır ve arttırır. Bu yönden dört elementi sembolize eden nesneler muhakkak altarlada bulunur ve çağırım sırasında doğru yönlere konmaktadır.
Elementleri sembolize etmenin birçok yolu vardır. Altarın kesin kuralı olmadığı için bazı kişiler elementi sembolize eden dört renkli mumla, kimisi toprak için tuz, ateş için mum, hava için tütsü, su için esanslı yağ kullanara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder