Ses Teknolojisiyle Kanser Tedavisi
Editör: Gülşah Balaban
editor@realage.com.tr
Dr. Murat Baş, ses teknolojisiyle kanser tedavisinde büyük başarı sağlandığını açıkladı.
Konuyla ilgili açıklamada bulunan Dr. Baş, "Konformal" tedavilerin gündem de olduğu modern tıpın, sadece hastanın tedavi edilmesiyle değil, yan etkilerinin azaltılması, tedavi uygulamalarının daha rahat yapılabilmesi ve ağrısız, acısız girişimlerin uygulanabilmesine yöneldiğini söyledi.
21. yüzyılın teknolojisi olarak ifade edilen "Ses Teknolojisi"nin insanda tedavi amaçlı olarak kullanılmasının yeni bir yöntem olmamasına rağmen, kanserde kullanılmasının henüz çok yeni olduğunu belirten Dr. Baş, "'Yoğunluklu odaklanmış Yüksek Frekanslı Ses (HIFU)' ya da 'Ultrasonik Tedavi' dalgasının taşıdığı enerji, insan vücudu üzerinde şimdiye kadar 'açık cerrahi müdahale'lere gereksinim gösterdiğinden pek kullanılmamaktaydı. Bilgisayar yazılım ve donanımlarının gelişmesiyle ayrıca, yarı iletken malzeme teknolojilerinin hızlı ilerlemesi mümkün olabilmiştir. Daha önce, cerrahi müdahalelerin zor ve imkansız olduğu durumlarda iç kanamaları durdurmak amacıyla geliştirilen bu tür cihazlar, şimdi kanserin yok edilmesinde veya kontrol altına alınmasında kullanılmaya başlanmıştır. Cihazın temel çalışma prensibi, transducer (ses kaynağı) adı verilen piezoelektrik kristallerin ürettiği ses enerjisinin istenen bölge üzerinde odaklanarak, odak bölgesinde oluşan temel etkisine dayanmaktadır. Odaklanacak bölge (tümör), ileri görüntüleme sistemleri (USG/Doppler-Ct-MRI) ile tespit edilir. Bölgeye odaklanan ses dalgalarıyla hedeflenen hücreler 60 derecenin üzerinde bir sıcaklığa 0.2 saniye gibi kısa bir süreç içerisinde ulaştırabilmektedir. Odak bölgesine yoğunlaşan termik enerji hedef bölgesi dışında bir etki göstermektedir" dedi.
Dr. Baş, ses dalgasının odaklandığı bölgedeki etkinin 3 şekilde meydana geldiğini belirterek, şu sıralamada bulundu:
"Hipertermik (ısı) etkisi; 0.2-1 saniye içerisinde 65-100 derecelik bir ısıya ulaşan hücrede koagülasyon nekrozu (pıhtılaşmayla ölüm) meydana gelmektedir. Kavitasyon; yüksek frekanslı ses dalgaları nedeniyle hücre içerisindeki sıvıda oluşan kabarcıklar ve yüksek ısı duvarları hücreyi tahrip ederek yıkılmasına neden olur ve hücre parçalanır. Kan damarlarının tahribi; ses dalgaları, tümör içindeki 2 milimetreden daha küçük çaptaki kan damarları ve kapillerler tahrip olur. Bu kanser hücresini besleyen damarların yok olması nedeniyle iskemik nekroz neden olur."
HIFU sisteminin yararları
Dr. Murat Baş'ın açıklamasına göre, HIFU sisteminin avantajları şöyle:
- Girişimsel bir teknik değildir (Non-invazif).
- Sadece kanser odağı tahrip edilir.
- Vücutta kesi olmaz, ses dalgasına bağlı hasar oluşmaz.
- Vücuda uygulanacak herhangi bir kateter ya da probo ihtiyaç yoktur.
- Ses dalgası yolu boyunca önüne çıkan doku ve hücrelerde tahribat yapmaz.
- Kan değerlerinde düşme ya da değişiklik oluşmaz.
- Neredeyse hiç acısı olmayan bir işlemdir.
- Uygulama sonrası iyileşme süreci hemen başlar.
- Hedef üzerinde eşit doz dağılımı sağlanır.
- Hedefteki tümör dokusu yok olurken, çevre dokularda etki görülmez.
- Yapılan tedavinin etkinliğini ve hedef güvenirliliğini 3 boyutlu olacak (CT veya MR ile) şekilde tayin etmek mümkündür.
- Tedavi tümör şekline ve boyutlarına bağlı değildir.
- 2 milimetreden küçük çaplı damarların imha edilmesini sağlayarak tümörün kanlanmasını, dolayısıyla da beslenmesini durdurur.
- Cerrahi müdahalenin herhangi bir nedenle yapılamadığı durumlarda, HIFU tedavisi kolaylıkla uygulanır.
- Hedef üzerinde uygulanan ses dalgasının dozu, gerçek zamanlı ve geri dönüşümlü olarak tespit edilebilir, izlenebilir.
- Bağışıklık sistemi üzerinde etkilidir; Lenfositlerin hedef dokuya ulaşmasını ve lenf fosiküllerinin oluşumunu sağlar.
- Tedavi edilen dokuda CD4, CD8 ve NK hücrelerinin sayısı artar. Lokal bağışıklık güçlenir.
- Tedavi güvenirliği yüksektir; hayati göstergeler (Nabız, tansiyon, solunum sayısı ve ateş) tedavi esnasında sabit kalır, değişmez.
- Tedavi sonrasında parçalanan tümör hücrelerinin, tedavi alanı içinde yayıldığı gözlenmemiştir.
- Tedavinin tolere edilemeyecek yan etkisi yoktur veya çok azdır.
- Radyoaktivite söz konusu değildir.
- Kullanıcıların üzerinde zararlı etkisi yoktur.
- Çevresel hasar oluşturmaz.
Tedavinin uygulandığı tümörler
Cerrahi uygulamalardaki stres, travma, kanama, yavaş iyileşme ya da muhtemel tümör ekimi, HIFU tedavisinde görülmez.
Radyoterapi (Şua tedavisi) esnasında, radyasyon hasarı, kan değerlerinde düşme, kemik iliği ve bağışıklık sistemi baskılanması HIFU tedavisinde görülmemiştir.
Ayrıca HIFU tedavisinde, radyoterapideki gibi radyasyona duyarlı ya da duyarsız şeklinde tümör seçiciliği de söz konusu değildir.
Tedavinin, meme kanserleri, kemik tümörleri, karaciğer kanserleri, yumuşak doku kanserleri (Kas, yağ, bağ dokusu), böbrek kanserleri, karın alt boşluğu tümörleri (Pelitonea Tümörler), retroperitoneal tümörler (Karın zarının arkasındaki yerleşmiş tümörler), pankreas kanserleri, metastazlar (Başka bir bölgeye yayılmış, atlamış tümörler), ilerlemiş kanserlerde palyatif amaçlı, klasik cerrahi uygulanmış, solid tümörlerde nüksleri önlemede veya nükslerin tedavisinde, ameliyat edilmesi herhangi bir nedenle uygun olmayan tümörlerin tedavisinde, yetersiz ameliyat, radyoterapi uygulanmış rezidü (bakiye) tümörlerin tedavisinde, iyi huylu rahim tümörlerinde (myoma gibi) uygulandığı bildirildi.
HIFU tedavisinin uygulanmadığı tümörler ise şöyle:
- İçi boş (mide, bağırsak gibi) organ tümörlerinde
- Mediastinal (göğüs orta boşluğu) tümörlerinde
- Medula spinalis (omurilik) tümörlerinde HIFU Tedavisi uygulanamaz.
Dr. Baş, "HIFU tedavisi bu haliyle, yakın gelecekte tümör tedavisinde cerrahiye ciddi bir alternatif olacağa benzemektedir. Ülkemizde cihazın satışını yapan distribütör firma (Meteks) bulunmasına rağmen, maalesef HIFU tedavisi ülkemizde henüz uygulamaya başlanmamıştır.
Bugün dünyada henüz birkaç merkezde (Japonya, Amerika, Malezya, Çin vb) uygulanan HIFU, tümör tedavisinde yeni bir çığır açmıştır. Yapılacak daha fazla sayıdaki bilimsel ve klinik çalışmalarla HIFU, tümör tedavisinde önemli bir yer edineceğe benzemektedir.
14.06.2006 22:51:00
İHA
Yağmur çocuklara müzikle terapi!
Minik kızı Ecem'in 3 yaşında otistik olduğunu öğrenen baba, terapi için doktor doktor dolaşmak yerine bir merkez kurdu. Konusunda uzman kişileri bu merkezde bir araya getiren Adnan Çakır, şimdi kızı dışında tam 140 çocuğun da bakımıyla ilgileniyor
Türkiye, ünlü aktör Dustin Hoffman'ın oynadığı 'Rain Man' (Yağmur Adam) filminde otizmle tanışmıştı. Çakır Ailesi ise kızları Ecem nedeniyle 6 yıl önce tanıdı otizmi... Ecem'in iki yaşına gelmesine rağmen konuşamamasından şüphelenen aile, birçok doktorun kapısını aşındırarak bunun nedenini araştırmış. O günlerle ilgili baba Adnan Çakır; "Odyoloji testleri yaptırdık. Tüm checkup'lardan geçtik. Ancak bize herhangi bir tanı konulamadı ve ileride bu durumun düzeleceği söylendi" diyor. Yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında; kızlarında davranışsal anlamda da çok büyük bir problem fark edemediklerini belirten baba Çakır, yazlıktaki doktor arkadaşlarının tavsiyesiyle Ankara'ya gittiklerini ve sonrasında o güne kadar ismini hiç duymadıkları otizmle tanıştıklarını anlatıyor. Yapılan ilk tahlillerin ardından İstanbul'da da birçok merkeze gittiklerini kaydeden Çakır, "Otizm tanısı kızımız için gün geçtikçe kesinleşirken, benim ve eşimin konunun ciddiyeti ile ilgili hâlâ bir fikri yoktu. Bunun bizi ömür boyunca sürecek zorlu bir maratona sürüklediğini çok sonra fark ettik" diye konuşuyor.
HER TEDAVİYE GÖTÜRDÜK
Teşhisten sonra kızlarının ilerleyen yıllarda sosyal hayata adapte olabilmesi ve kendi kendine hayatına devam edebilmesi için terapi seanslarına katılmaya başladıklarını kaydeden Çakır; "Kimi duysak gidiyorduk, 'yeni bir yöntem geliştirildi' dediklerinde hemen uygulama için götürüyorduk. Ancak Ecem bunların hiçbirine yanıt vermiyordu" diyor.
MÜZİĞE CEVAP VERDİ
Bir gün yine terapi için gittikleri merkezde tesadüfen müzikle terapi veren Hakan Bey ile tanıştıklarını ve kızlarının onun uyguladığı yönteme cevap vermeye başladığını dile getiren Çakır, "Ecem bugün 8 yaşında ve konuşabiliyor. OÇEM'de ikinci sınıfa devam ediyor" diyerek mutluluğunu dile getiriyor. Çakır, "Bir merkezde Ecem'in müzikle terapiye tepki verdiğini ve bizimle iletişim kurmaya başladığını gördük. Böylelikle diğer çocuklara da yardımcı olmak adına ilk merkezimizi Fulya'da açtık" dedi. Bugün 140 çocuğun her biri konusunda uzman terapistlerle eğitim aldığı Yağmur Çocuklar Psikolojik Danışmanlık ve Özel Eğitim Merkezi'nin ikinci şubesi için hazırlıkların hızla devam ettiğini belirten Çakır, çocuklara yönelik müzikle terapi, konuşma terapisi, fizyoterapi, okuma yazma, hippo terapi, jimnastik ve grup eğitimi verdiklerini söylüyor.
AİLE TERAPİSİ ŞART
Ayrıca ailelere danışmanlık hizmeti verdiklerinin de altını çizen Adnan Çakır, kendi deneyimlerini de ailelerle paylaştıklarını ifade etti. Yağmur Çocuklar Psikolojik Danışmanlık ve Özel Eğitim Merkezi'nde down sendromu, hiperaktivite, zihinsel engelliler, disleksi, işitme ve öğrenme güçlüğü çekenlere de eğitim veriliyor.
Sabah
Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç
Müzik bütün insanlık tarihinde duygu ve bilgilerin anlatım biçimi olarak bilinir. Müzikal sesleri diğer seslerden ayıran en önemli özellik, belirli bir ritim kalıbı içinde, birbirleriyle uyumlu sesler yumağı veya topluluğu olarak algılanmasıdır.
Çeşitli insan toplulukları, sosyal oluşuma paralel olarak kültür değerlerinin ulaştığı vasata göre, müziğin etkilerini keşfetmişler ve pek çok konuda müzikten ve onun çok yakın öğeleri olan ritim ve danstan yararlanmışlardır.
Tarih belgelerine başvurarak Türk kültürünün eski devirlerdeki oluşumuna yöneldiğimizde oldukça eski sayılacak bilgilere ulaşmaktayız: " Proto-Türk Kültürü: ... Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, bu kültürün merkezi Shensi ve Kansu eyaletleridir ve bu kültürü yaşatanlar, bilhassa yüksek düzlük yerlerde oturmaktaydılar. Bu kültürü getirenlerin, sonraki Türklerin ataları olduğuna şüphe yoktur. Onlar ilk göründükleri zamanlar, yani M.Ö. 3'üncü bin yılın ortalarında bile, sonraları da taşıdıkları vasıflara haiz bulunuyorlardı."
" M.Ö. 3 binden itibaren Altay -Türk kültürü, aynı zamanda Altay -Türk müzik kültürünün de belirleyicisidir. Altay -Türk kültürü biraz olsun dış tesirlere açıktı. Bunların kuzeyinde kapalı olan iki bölge vardı ki , bunlar da Hakas ve Tuva bölgeleri gibi, eski Türk kültürünün çok değerli hazineleriydi. Bu her iki kültür çevresi de Altay -Türk kültür çevresi ile ilişki halindeydiler.Bu devrin Altay kültürünün başlıca özelliği ise, Güney Sibirya Kültür Karakterine girmesidir. Bunun sonucu müziklerinde benzer özellikler bulunmaktadır. Altaylılar, Orhun kıyıları, Moğol bozkırları ve İrtiş boylarına etkide bulunarak ve M.Ö. II. binden itibaren de ilk yurtlarından ayrılarak gelecekteki Orta Asya Türk müzik kültürünün temellerini hazırlamışlardır."
M.Ö. II. bin ve III. bin yıllarında Doğu Türkistan'daki Kalıntılarda flüt görülmekte. Özbekistan'ın orta bölgesinde bulunmuş, M.Ö. I. yüzyıla ve M.S. I. yüzyıla ait heykelciklerin elinde çalgı vardır. Fergana vadisi bölgesinde ise zurna çok sıkça kullanılmıştır. Tambur , Dutar, Çapraz Flüt, Balaban, Dombra topluluklarda en çok kullanılan enstrümanlardandır.
" M.Ö. II. yüzyılda Türkler, Orta Asya'nın Kuça, Balasagun gibi önemli merkezlerinde yaşarlarken buraya görevli olarak gelen Çin generalinin, dönüşünde Türklerden götürdüğü çalgılarla Çin Sarayında bir müzik takımı kurup Türk ezgileri çaldırdığı ve bu çalgıların Hunlara ait olduğu, o çağın tarihçileri tarafından günlük saray kayıtlarına geçirildiği bilinmektedir. Bu sazlardan birinin "houkya" adında, ileriden boynu dönük, üzerinde perde delikleri bulunan ve sesinin gücü ile bilinen bir boru olduğu yine aynı kayıtlardan öğrenilmektedir."
Türk müzik ve dans tarihi bilgileri, Türklerde müzik ve dans ile tedavi konusunun önemli malzemesi olmaktadır. Bu konuda ilgi çekici bazı belgelerden söz etmek gerekmektedir. Doğu Türkistanlı yazar Abdulhekim Baki ( Çin Halk Cumhuriyeti Azınlık Milletler Yazarları Cemiyeti'nin üyesi, Urumçi Yazarlar Birliğinin Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreteri, Tanrıdağ Edebiyat Mecmuasının Başyazarı) tarafımıza ulaşan bir araştırma makalesinde şu bilgileri vermektedir:
" Yazılı kaynaklara göre Uygur Türklerinin bilinen en eski müzik numuneleri günümüzden 6000-8000 yılları öncesine kadar dayanmaktadır. 'Şincang (Doğu Türkistan) Medeniyet Numuneleri' adlı araştırma dergisinin 1985 yılında yayınlanan 1. sayısında yer alan bir incelemede Hoten vilayetine bağlı Çerçen kazasındaki Mülçe Irmağı mecraında bulunan Mingyarkaya resminde dans eden figürlere rastlanılmıştır. Arkeologların ilmi tetkiklerine göre bu kaya resimleri zamanımızdan 6000-8000 yıl öncesine aittir. Uygur Türklerinin 3000 yıl önce Şaman dinine mensup olduğu çağlarda Şaman, Pirhon ve Bahşılar şarkılar söylemek ve dans etmek sureti ile hasta tedavi seansları ve merasimleri icra ederlerdi. Uygur Türkleri eski zamanlarda ölülerini şarkı söyleyerek ve dans ederek uğurlarlardı.
401 yılında ünlü Uygur Türk Alimi Kumuraciva Doğu Türkistan'ın Kuşen şehrinden Çin'in tarihi Başkenti Çangen'e giderek, dil, edebiyat, müzik ve heykeltıraşlık konularında dersler vermiş ve bu sahalarda 800 kadar öğrenci yetiştirmiştir."
Melodi ve ritim birliği müzikal olgunun gereği olarak görülür. Türklerde dans, melodi ve ritim birçok amaç için kullanılıyordu. Özellikle şamanik inanç çerçevesinde ayinlerin en önemli malzemeleri melodi, ritim ve danstı. Bu ayinler sırasında kullanılan müzik aletleri kutsal kabul edilirdi. Müzik eşliğinde icra edilen danslar genellikle bazı kutsal figürlerin taklidi şeklinde olurdu. Kazak ve Kırgız Türklerinde müzik ve dans ile tedavi örneği olarak, çok eskiden beri devam eden bir dans olan "Karacorga" bir atın yürüyüşünü simgelemektedir. Kartal, kurt, ayı, geyik, kuğu, 7 evliya, at, kaz bu simgelerden bazılarıdır. Eski inanışa göre bu figürler Ataruhunu temsil etmektedirler. Adı geçen at yürüyüşünü temel alan ve günümüze kadar gelebilmiş tedavi dansı örneği olan Karacorga (Baksı Dansı)nın benzer örneklerini Azerbaycan Gobustan kayalıklarındaki figürlerde görmekteyiz. Yazılı kaynaklardan bu konuda şu bilgilere ulaşmaktayız: " Baku'dan doğu istikametine gidilirse, bir saat kadar sonra karşınıza bir kadim insanın daha resmi çıkacaktır. Kobustan'da karmakarışık kaya yığınları arasında ansızın kayalar üzerine çizilmiş resimler göze çarpıyor: Av sahneleri, tören dansları oynayan bir grup insan, burun kısmında güneş işareti olan çok kürekli bir kayık, aslana benzeyen acayip hayvanlar. 12 bin yılı aşkın bir zaman önce burası kadim sakinlerin yerleşim yeriydi.
Diğer bir kitapta aynı konu şöyle dile getiriliyor: "... Azerbaycan'da yaşamış halkların iptidai ilkin raks formlarının meydana çıktığı yer respublikanın güney reyonlarıdır. Alimler Baku'nun yakınlarında Gobustan'da kadim rakslardan haber veren kaya tasvirlerinin raks eden figürleri aşikare çıkarmışlardır. Uzak geçmişin ressamı bu tasvirini takriben sekiz-on bin yıl bundan evvel yaratmıştır. Rakslar yalnız merasim karakterli rakslar olmuştur. Raks hiç de temaşa edilmek için değildi; aksine muayyen bir merasimin vacip elementi gibi lazım gelirdi."
Eski Türklerde tedavi amacıyla kullanılan müzik ve dans konusu, sosyal hayatta mistik alanda önemli bir yer bulmuştur. Baksı ve Kam adı verilen tedaviciler, bu tedaviyi bir merasimle, müzik ve ritim ve de dans ile harekete geçen sezgileriyle gerçekleştiriyorlardı. Miladi VI-VII. yüzyıllarda kuzey Çin'de hüküm süren Türk soyundan bir Tabgaç hükümdarı hakkında Miladi 576 tarihli bir Çin kaynağı şunu anlatıyordu: "Hükümdar ve soydaşları, Çin'de bilinmeyen ve hoş görülmeyen bir tarzda, gök ayini sırasında raks ediyorlardı. Ayinin sonunda, kadın kamlar davullar çalarken Tabgaçlar, doğu yönünde yükselen kurban taşına doğru secde etmekteydiler."
Miladi 569'da Batı Türk Hakanına Bizans elçisi olarak gelen Zemarkhos da, Semerkand'da Gök-Türk kamlarının davullar ve çıngıraklar çalarak, ateş etrafında devran ettiklerini görmüştü.
Din d
ışı rakslar ile de merasim yapılırdı. Miladi VI-VII. yüzyıllardan Çin kaynakları, Gök-Türklerin, bir ayak ile hareketli bir top üzerinde durarak, denge için kollarını iki yana açıp, diğer ayakla çok hızlı bir şekilde döndüklerini anlatır.
"...Adı geçen bu raksın Milad devrinde de uygulandığı, iç Asya göçebelerinin eski ili olan Kuzey Çin'de bir mezar duvarındaki tasvirlerden bilinir. Rakkas sağ ayağı ile bir top üzerinde denge kurmuş, arkaya doğru uzanan sol ayağı ile dönmektedir. Açılmış kollarının yenleri uçuşur gibidir. Rakkasın önünde bir diz üzerine çökmüş müzisyen davul çalmaktadır."
Türk müziği ve folkloru tarihi bütün Türk illerini ve kültürün pek çok dalını içine aldığı için bazı konuların birbiriyle örülü olduğunu gözlemek mümkün olmaktadır. Baksı veya Kam adı verilen tedavicilerin bir çok işlevi üstlenmeleri bu konuya güzel bir örnektir. Tedavici, icra ettiği müzik, ritim ve danslarla bir sanatçı gibi görünür, ama o trans içinde sezgi bilgisinden bahsettiği için medyumdur. Toplumun ihtiyacı ve sorularına cevap verdiği için sosyolog ve pedagog ve de psikolog rolünü de üzerine almıştır. Ulaştığı trans'ın sezgi neticesi oluşturduğu bilgi derinliği açısından, insanların duygularına yön verme imkanı sebebiyle hekim ve de manevi ihtiyaçlara cevap verme yeteneği ve konumu sebebiyle de ruhiyatçı rolünü oynamaktadır. Dede Korkut misalinde olduğu gibi. Dede Korkut bir yanda öğüt verir, bir yanda destan söyler, diğer yanda kopuz çalar, hasta tedavi eder ve çeşitli konularda iyi sonuçlar alınması için dua eder. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere eski Türklerde müzik ve dansla tedavi basit bir hekim işi değil sosyo-kültürel ve spiritüel bir fenomendir. Bu konuya açıklık getirmek için bazı örnekler şöyle sıralanabilir: "XI. yüzyıl tarihçilerinden Gardizi, Kırgızlara dair şu malumatı veriyor: Kırgızlar arasında Faginum (Kam) dedikleri bir kişi vardır; her yıl muayyen bir günde gelir, çalgıcıları ve her türlü çalgı aletlerini getirirler. Çalgıcılar çalmaya başlar, Kam bayılarak düşer; bundan sonra ondan o yıl neler olacağını, kıtlık, bereket, yağmur, kuraklık, tehlike, emniyet, düşman saldırısı hakkında sorarlar. Kam hepsini söyler ve ekseriya onun dediği olur." İptidai şamanizmde şaman ile tabibin aynı şahıs olduğu kabul görür.
"...Kamların tanrılar ve ruhlar hakkındaki tasavvurları dini törenlerde okudukları dua ve ilahilerdeki tavsiflerden anlaşılabilirdi. Fakat bu ilahileri ve duaları tespit etmek güçtür. Ayinlerden sonra kam bu okuduklarını tekrarlayamaz, çünkü kam dualarını istiğrak (trans) halinde irticalen söyler ve unutur."
Balasagunlu Yusuf Hacip 'Kutadgu Bilig'de kamları otaçılar (tabibler) ile bir tutmuş; kamların insan topluluğu için yararlı kişiler olduğuna işaret etmiştir.
Kerek tut otaçı, kerek kam
Ölügligke her giz asıg kılmaz em"
(Gerek hekim, tabib tut, gerek kam tut;
Eceli gelene ilaç fayda vermez.)
Bir başka sözü de şöyle söylüyor:
"Kamug igke ot ol emi belgülüg
Ol ig emlegüçi kam belgülüg"
(Her derdin belli ilacı,
tedavi edecek kamı bulunur.)
Kanaati temsil eden Odgurmış adlı zahid, hakana nasihat verirken "bazı insanlar yoksul; bazı insanlar da kaygı ile yıpranmışlardır. Bunların ilacı, dertlerine derman sendedir. Bunları tedavi et, bunların Kam'ı ol" diyor ki dikkate değer.
"Seningde turur kör bularnıng emi
Otagıl daru birle bolgıl kamı."
İslamlaşmaya başlayan kamların dualarına Peygamber'in, meleklerin, evliyanın ve şeyhlerin adları girmeye başlamıştır. Doğu Türkistan Türkleri, Yakutlar gibi, erkek şamana "oyun" derler. Kırgız-Kazaklar'da şaman yerini tutan ve onun ödevlerini uygulayan kişiye "Baksı" ya da "Bahşı" denir.
Baksı veya Kam adı verilen bu Asya Türk tedavicileri, tedavi seansı sırasında kutsal saydıkları müzik aletlerine özel önem verirlerdi. Bunlar içinde kopuz kelimesiyle ifade edilen, yay,ağız ve parmakla çalınan aletlerin manevi ve terapatik bağlantıları vardı. Kazakistan'ın Almatı kentinde tanıştığımız bir kopuzcu olan Simetay'ın aktardığı bilgiler önem taşımaktadır: " Kopuz Dede Korkut'un sazıdır ve yayla çalınır. Baş kısımdaki tellerin bağlandığı ses burgularından birisi güneşi diğeri ayı temsil eder. Gövdede telleri taşıyan köprü kısmının altı yeri, üstü de göğü temsil etmektedir. Ses yayın sürtünmesi ile ikisinin arasından çıkar; bu ses ata ruhu ile bağlantı kurmaya yardımcı olur.
Hakas, yani eski Kırgız Türklerinin yurdu, Kem ırmaklarının çevrelerinden başlar; ünlü Yenisey ırmağının başlangıçlarına kadar uzanır. Göktürk yazıtlarının Yenisey yazıtları adlı bölümü buradadır. Eski Türk sazlarının veya kopuzlarının en orijinal ve en eski şekli de buradan belgeleniyor. Vertkoy bu Hakas komıs veya kopuzunu şöyle tarif ediyor: ... Komis 2 veya 3 telli bir sazdır. Altay çevresinde, Tobşur denen saz ile Tuva'daki Topşulur adlı sazlarla aynı kökten gelir. Teknesi ve sapı aynı kütükten çıkarılır. Alt kısmı koyun veya geyik boynuzu ile kaplanır. Telleri at kılı veya koyun barsağı ile yapılır. İki telinden biri ak diğeri kara idi. 70-80 santim kadar uzunluğu vardır.
Yazarın şu tespitleri önem taşımaktadır: " ... adı geçen bu musiki aleti önce deri ile kaplanıyor; derinin üzeri de geyik boynuzları ile perçinleniyordu; boğuk ve iniltili ses sihir dolu olarak böyle bir tekneden çıkıyor ve çevreye yayılıyordu.... Müzik, yalnızca zevk, neşe, aşk, hüzün ve eğlence katkısı değildir. Devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketini düzenleyen de, ses ve ritimdir. Müzik ve kopuz veya saz, tedavi eden, ruhları dinlendiren, iradelere güç etkisi veren, aynı zamanda toplulukta birlik yaratan sosyal aletlerdi.
Velilik ve ululuk sembolü idi. Dede Korkut'ta görüldüğü gibi.
Gazi erenlerin başına ne geldiğini söyleyen bir sembol idi.
Ulularla haberleşme; medet ve yardım isteme sesiydi.
Kopuzla övülen yiğitlere güç veren, boğaları ve buğraları yenmelerine imkan veren ilahi bir sesti. Kanturalı hikayesinde olduğu gibi.
Topluluğa haber veren, halkı uyaran kutlu ses de kopuzun kutlu sesidir. Beyrek'in yurduna dönüşünde, atını verip bir kopuz alması gibi...
İyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu ses de kopuzun sesidir.
"... yarı müslüman, bahşı adlı kopuzcular, sihir, fal, tedavi, iyi ruhları çağırma, kötü ruhları kovma törenlerinde yalnız kopuz kullanıyorlardı."
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'in Radlof'dan aktardığı şu bilgiler kopuz hakkında daha net tarifler vermektedir:
"... Baksa, çok eski şamanların zamanımıza kadar gelen örneklerinden biridir. Hastalıklarda, yardımcı olmak için çağrılırlardı. Baksa'ların, şamanların davulu yerine iki telli bir kemençeleri vardır. Kenarları zillerle ve ses veren maden parçaları ile süslenmiştir. Buna kobus derler. Bir de asa taşırlardı. Değnek şeklindeki bu asanın başında da bir çıngırak ve maden parçaları vardı...."
Kazak ve Kırgızların inanışına göre, Korkut Ata en büyük velilerden sayılır. Kazakların kopuz ve tombure, dombra gibi sazlarını icat eden de
yine Korkut Ata idi.
Eski Türkler'de müziğin çeşitli alanlarda ve bu alanlar içinde hasta tedavisi için kullanıldığını çeşitli kaynaklardan inceledikten sonra, Türk müziğinin tonal yapısı üzerinde durabiliriz. Müzikolog Mahmud Ragıp Kösemihal ve Ahmet Adnan Saygun bu tonal yapıyı pentatonizm (beş seslilik) üzerine inşa etmektedirler. Yedili sistemde oktavıyla 'sekiz ses'ten oluşan "gam" veya "dizi" tarifine karşı pentatonizmde oktavıyla beraber 6 ses bulunmaktadır. Batı'da sistemleştirilerek açıklanan ve formüllerle gösterilen majör ve minör gamlar gibi.
Do- Re- Mi- Fa- Sol- La- Si- Do
1 1 ½ 1 1 1 ½ Majör gamı örneği
La- Si- Do- Re- Mi- Fa- Sol- La
1 ½ 1 1 ½ 1 1 Minör gamı örneği
bir çok değişik pentatonik gamlar dünyanın bir çok yerinde tespit edilmiştir.
Sol- La- Si- Re- Mi- Sol-
1 1 1½ 1 1½ Majör Pentatonik Örnek
Sol- Si(b)- Do- Re- Fa- Sol
1½ 1 1 1½ 1 Minör Pentatonik Örnek
Japon Müziğinde pentatonik melodiler çok fazla bulunmakta olup.Japon müzikologlar bu pentatonik dizilere 'minyo', 'gagakulitsu', 'riyuku', 'miyakobuşi' gibi adlar vermişlerdir.
Kazak Türkleri'nin tedavi seanslarında, dombra ve kılkopuz eşliğinde söyledikleri melodik sözler ve Kazan Türkleri geleneğinde halen örnekleri bulunabilen Ural tedavicilerinin dombra, koray ve ağız kopuzu (gubuz) ile söyledikleri şarkı ve dualar tamamen pentatonik özellikler göstermektedir. Kazak, Kırgız, Altay, Ural, Tuva, Hakas, Saha, Karaçay , Çuvaş vb. Türk topluluklarının bugüne kadar gelmiş ve halk içinden derlenmiş, notaya alınıp kaydedişmiş pek çok pentatonik şarkı, dua, melodi, küy (enstrümantal olarak icra edilen ve bir konuyu dile getiren müzikal eser. Örnek: "Nazlı Hanımın yürüyüşü") vardır.
Pentatonik müzik formunun eski Türklerin tedavisinde temel elemanlardan birisi olduğu bilgisiyle bu tonal özellikleri incelemek yerinde olacaktır:
"Pentatonik müzik tarihten önceki çağlardan kalmadır ve bir Asya malıdır. Alman müzikolog Kurt Sachs: Ezcümle pentatonizm bir yandan şimal kenarında-İskoçya'da, Laponlar arasında- bir yandan da cenupta, Macaristan'da, Gregua tegannisinde, eskilerin musikisinde ve hatta İspanya'da bulunuyor. Bu halde Pentatonizm (major) ve (minör) makamlarından daha eski olmak lazımdır. "Dava şudur: ortada bir 'pentatonik çatı' hakikati var; en eski ve Asyai olan öz budur. A) Aslında heptatonik iken bu pentatonik çatı ananesine göre sadeleştirilmiş ezgileri bulmak, B) ve aslında öz pentatonik iken süs notları, geçici notlar veya çarpmalar gibi yarım-tonlarla heptatonik bir renk almış (fakat çatı notlarının dizisi gene pentatonik kalan) ağızları meydana koymak ayrı ayrı çalışma mevzularıdır; bu yollarda bulunacak örnekler, öz pentatonik ( pentatonik anhemitonik) tiplerinin kadrosunu genişletmeye yararlar..."
"... Değerli kompozitör Bela Bartok'un bir iki umumi incelemesini okumakla iktifa edelim: Eski çığırdaki Macar ezgilerinin arkaik boyası ve parlando-rubato ritmi bize, bu ezgilerin köylü sınıfı arasında saklı kalmış yaşlı bir musiki kültürünün bakiyelerini temsil ettikleri ihtimalini düşündürüyor. Eskilik taşıyan karakterleri, en başta pentatonik bir dizi olan şu en kuvvetli ses dizisinden ileri gelir: Sol, Si bemol, Do, Re, Fa, Sol..... Pentatonik dizi sistemleri daha ziyade ilk Macarların Asya'dan getirmiş oldukları yaşlı bir musiki kültürü ile karşı karşıya bulunduğumuz sanısını verir: Çeremislerin, Tatarların ve Kırgızların pentatonik musikileri ile doğrudan doğruya ilişikli bulunması muhtemel bir musiki....."
Fransız yazar M.H.Prunieres, müzikolog Dr. R. Lachmann,Prof. Hornbestel, Fransız M. Alexis Chottin Afrika'daki Berberi ve Tuareg musikilerini incelemişler ve Türkistan pentatoniklerinin temiz ve net örneklerini gözlemlemişler ve Afrika- Orta Asya müzikal bağlantılarına işaret etmişlerdir.
1979 yılı Kasım ayında Londra'da bulunan Nordoff-Robbins müzik terapi enstitüsünü ziyaret etmiştim. Meşhur keman virtüözü Y. Menuhin'in yöneticisi olduğu bu enstitünün ikinci başkanı Juliette Alvin'le görüşmüş ve otistik çocukların müzikle tedavi seanslarını izlemiştim. Bu seanslarda piyano ve ritim sazlar eşliğinde pentatonik melodilerle terapi icra ediliyordu. Sayın J. Alvin pentatonik müzik icraatının çocuklarda kendine güven ve kararlılık duygusu oluşturduğunu ve bu duygularla otizmin tedavi edildiğini bana açıklamıştı. Benim gözlemlerim de bu teoriyi doğrular biçimde idi.
Avrupa'nın pek çok ülkesinde " WALDORFSCHULE" adı altında Rudolf Steiner adındaki Antroposophi biliminin kurucusunun eğitimini sürdüren okullar bulunmaktadır. Sanat ile eğitimi ön planda tutan bu okullarda müzik, en önemli eğitim konusu olarak ele alınmakta ve özel olarak yapılmakta olan 'arp' ve 'flütler' ile pentatonik müzik eğitimi verilmektedir. Modern caz müziğindeki improvizasyon kolaylığı ve sezgi bağlantısının gerisinde pentatonik gamlardan yararlanılması bulunmaktadır. Günümüz caz ustalarından Amerikalı tanınmış virtüöz piyanist Keith Jarret. Şöhretini cazda kullandığı pentatonik skalalara borçludur.
Dünyanın bir çok bölgesinde (Orta Asya; Ural, Başkurt, Kırgız, Kazak, Sibirya, Tuva, Hakas, Saha, Altay,Anadolu, Çuvaş, Çin, Japon, Endonezya, Hindistan, Afrika, İskoçya, Kuzey,Orta ve Güney Amerika ve Eskimo) pentatonik müzik örnekleri çeşitli amaçlar için kullanılmaktadır. Bu amaçlar içinde trans ve tedavi konuları özellik taşımakta ve önemli sayılmaktadır. Pentatonik melodilerin uygun bir konsantrasyon durumunda iç duygulardan üretilip kolayca şuur vasatına ulaştığı ve improvizasyon şeklinde sonsuz denecek kadar velud varyantlara ulaştığı bilinmektedir.
Asya Baksı'ları ve Kam'ları bazen günlerce süren ayinlerinde pentatonik melodileri irticalen icra edip trans haline girebilmektedirler. Bu konuda yazılı bir belgeyi aynen aktarmakta fayda görüyorum: "Sıtma ve Şamanizm:Burada ben müthiş bir sıtmaya tutulmuştum. Bu bende Buhara'dan beri vardı. Hükümet azasından Abdülhamit Arifov kinin getirmişti. O da kulaklarıma kötü tesir ediyordu. Bir gün dediler ki yakında aq-car ismindeki köyde çok tecrübeli bir baksı yani şaman var. Ona tedavi ettirelim. Ben de çarnaçar razı oldum. Bahşıya haber verdiler köyüne gittik. Meğerki bunlar Karlıklar'danmış; o bir gün hazırlığını görecekmiş. İkinci gün akşamı gittik. Bir Özbek çadırı içinde büyük bir ateş yakılmıştı. Kapkara sakallı 40 yaşlarında görünen sağlam yapılı Baksı normal bir insan sıfatıyla çay içip konuştuktan sonra arkadaşlarıyla bir daire yaptı. Elinde düngür denilen davulu çalarak şamani şarkılarını söyleyip dönmeye başladı. Başkaları da dönüyorlardı. Bu merasim uzun sürünce Baksı Bana geldi. Sen bize inanmıyorsun; ruhlar gelmiyor,okumayı tatil edelim dedi. Ben de aman tatil etme, ben inanırım dedim. Yine bir müddet döndüler, çaldılar şarkı söylediler. Nihayet bunlardan biri vecde geldi. Ağzından beyaz köpükler çıktı ve kendini kaybetti. Onu bir kenara çıkarıp yatırdılar, böylece birkaç kişi vecde geldikten sonra nihayet Baksı'nın kendisi de vecde geldi. Orada hazır bir demir kürek vardı. Onu yanan ateşe koymuşlardı. Bir ağaç sap sokarak Baksı küreği kaldırdı. Ağaç saplar yanmaya başladı. Ağzına su atıp küreğe püskürttü. Ateşten sıçrayan su tanecikleri yüzüme geliyor ve beni yakıyordu. Kokma korkma iyidir dediler. Nihayet o Baksı ateşte yanan bu demir küreği dişleriyle ağzına aldı. Birkaç defa etrafımda bu şekilde dolaştı ve tekrar ateşe attı. Bu arada Baksı'ya her taraftan sualler soruluyordu. Benim iyi olacağımı söyledi. Emir'in muvaffak olup olmayacağını sordular. Nihayet o kendine geldi; bana da artık iyileşeceksin ilaç filan almayın dedi. Ağzına yanmış küreği aldığı halde siyah bıyıkları yanmamıştı. Ateşin sahte olmadığını da sıçrayıp yüzüme kadar gelen su damlacıklarından biliyorum. İşte bu suretle hayatımda ilk defa olarak hakiki bir şaman ayini görmüş oldum; gerçi küçüklüğümde de böyle bir hastalığımı bizde 'Bağucu' denilen Baksı tedavi etmişti. Bundan sonra kinin almadım ve sıtmayı da hissetmedim. Bu zat dolandırıcı olmayıp hakiki Baksı sayılıyormuş. Hiçbir ücret veya hediye kabul etmedi. Bu şaman ayinlerini yaptırmam burada yaşayan Özbeklerin bana karşı münasebetlerinde daha samimi olmalarına sebep oldu. Bu muhitte Özbekler bana çok hürmet ederler ve molla diye konuşurlardı. Cebbar Bek bir gün Özbek eşrafından 40'a yakın zevatı beni tanıtmak üzere çağırmıştı. Bunlar emir taraftarı değillerdi. Onlarla çok güzel sohbetler yaptık. Böylece Cebbar'ın yanında bir aydan fazla zaman kaldım."
Türk müzik terapi geleneğinin temel malzemesi olan melodik yapının pentatonik özellikler göstermesi konusunda şu tespitler önem taşımaktadır.
" Pentatonizmin eskiliği: Gerek Firikya pentatonikleri hakkındaki Grek notlarının, ve gerek Macarların Asya'dan getirdikleri ezgilerin ana çatısının gene o olması keyfiyeti, pentatoniğin Asyai eskiliğini belirtmeye yetecek ilk deliller gibi sayılır. Fakat gelecek kitapta, bir takım Leh, İskandinav, İskoç ve İrlanda şarkılarında ve Afrikanın Berberi müziklerinde de pentatonizmin şümullü yeri bulunduğunu görünce, onun 'eskiliği' maddesinden başka en uzak göçlerle olan ilişiği meselesi üzerinde de düşünmek gerekli olduğuna inanacağız. İşte böylece, Türk halk musikisinin en eski tonal tipinin "pentatonik çığır" olduğu anlaşılmış oluyor, çeşitlerini mukayeseli bir şekilde belirtmek işi Türk müzikolojisinin başlıca endişelerinden olmaktadır."
Günümüzde eski Baksı'ların trans, dans, kopuz, dombra, davul birlikteliği ile örülen tedavi seansları, Kazakistan,Altay, Saha, Kırgızistan Tuva, Ural bölgelerinde hala yaşamaktadır. Karacorga adı verilen eski Baksı dansı, tarafımızdan aktif müzik terapinin yaşayan en eski örneği olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 11 merkez ( Madrid, Barselona, Zürich, Viyana, Rosenau, Berlin, Mannheim, Freiburg, Almatı, Bişkek, İstanbul) ve 6 okul (Rosenau, Zürich, Berlin, Mannheim, Madrid, Barselona) faaliyeti kapsamında hem eğitim için hem de çeşitli hasta gruplarının tedavisi için kullanılmaktadır ve öğretilmektedir. Münih Yüksek Müzik Akademisi (Hochschule für müsic), Rosenau müzik terapi enstitüsü ve Marmara Üniversitesi eğitim öğretim kooperasyonu bünyesinde, akademik müzik terapi eğitiminde eski Türklerin müzik ve dans terapi geleneği öğrencilere tarafımızdan öğretilmektedir.
Dünyaca tanınan kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet Öz ölüm korkusu yüzünden kalp ameliyatlarında ölüm vakalarının çokluğunu belirtirken, eski Türklerin müzik terapi uygulamalarının örnek melodik icra şekillerini içeren ve tarafımızdan hazırlanan müzik terapi CD'lerinin dinletilmesiyle ölüm vakalarının azaldığını ve tedavide başarı sağlandığını kendi kitabında tarafımıza ayırdığı sayfalarında yazarak belirtmektedir.
Günümüzde hala yaşayan ve çok eski zamanlardan beri Türk kültüründe özenle yaşatılan bir örnek, Kazak, Kırgız, ve Altay Türklerinde 'Baksı Dansı', 'Karacorga' veya 'Baksı tedavi seansı' olarak bilinen bir müzik - movement terapi şeklidir. Bu seansı yöneten Baksı (görücü, gören, bakan) Ata ruhunun seçtiği ve görevlendirdiği bir kişi olarak toplumca kabul edilmiş, terapi seanslarındaki isabetli uygulamaları sebebiyle kendisine saygı duyulan bir kimsedir. Baksı önce dua ile 'Ata-ruhu'na iltica eder ve yavaş yavaş ilk bağlantıyı kurduğu yerden ayağa kalkarken spiral şeklindeki el-kol hareketleriyle spiritüel enerjiye konsantre olup, o enerjinin kollarında oluşmasına çalışır. Bu sırada Dombra , Kılkopuz, Şangobız, adlı enstrümanlar ve su sesi ile müzisyenler kendisine eşlik eder. İkinci safhada adı geçen enerji omuzlara yöneltilir ve omuz hareketleri ile birlikte ritim ve melodi değişir. Fizik bedendeki son durak olan baş hareketi başladığında müzisyenler ritmi ve melodiyi uygun şekilde icra ederler. Sonraki bölüm seansın en önemli yeri olup; Baksı, bu bölümde serbest ritim ve melodi ile sezgilerine yönelir ve improvize ( içine doğduğu gibi ) dans ile trans (vecd, istiğrak, duyguların yücelmesi) haline girer. Trans sırasında hasta için neler yapılması gerektiğine ait bilgileri, sezgileri ile algılar ve uygular. Bu bölüm sonsuzluk ve ölümsüzlük, değişmeyen bilgi ile bir olma bölümü olarak tarif edilir. Daha sonra dönüş başlar, baş, omuz ve kol hareketleri sıra ile uygulanıp yer bağlantısı sonucu oturularak seansa son verilir. Seansın süresini genellikle Baksı tayin eder.
Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç ve Teo. Psk. Gerhard Kadir Tuçek (Avusturya Doğu Müzik Terapisi Okulu Müdürü) tarafından geliştirilen ve Avrupa'da bir çok hastane ve tedavi merkezlerinde uygulanan aktif müzik terapi seansı: Bu uygulamada ana düşünce; unutulmuş duyguları yeniden uyarmak ve yeni duygular üreterek kişinin içinde bulunduğu hali değiştirmek ve sağlıklı yaşama şartlarına adaptasyonu sağlamaktır. Bu amaçla, uygun hareketlerle, tabiatta bozulmadan devam eden uyuma ve dengeye ulaşma faaliyeti olarak tarif edilebilecek olan seans; pentatonik ve yarı pentatonik ve otantik olarak yaşayan Türk musikisi repertuarı ile, tabii, otantik enstrümanların icrası beraberliğinde yürütülmektedir. Otistik, nevrotik, pasif, korkak, çekingen, sıkıntılı kişiler ile spastik, özürlü kişilerde hem duyguların değişmesi şeklinde hem de egzersiz vasıtası ile hareket kabiliyetinin gelişmesi yönünde olumlu terapi etkileri bu seans ile sağlanabilmektedir.
SEANSIN UYGULANMASI:
1. hareket el, göz ve kalp arasında denge sağlamak ve elleri tanımak ( Beyindeki nöronların en çoğu eller ile dile ayrılmıştır.)
Hareket kolların dıştan içe daire çizmesi şeklinde olup; tarifi, dış tesir ve uyarılardan uzaklaşıp, bize bahşedilen gerçek değerlere ve kendi özümüze yönelmek. Sağlık için, birlik ve bütünlük duygularına ulaşmak için iç konsantrasyon.
Hareket kolların dıştan içe geniş kavis çizerek, yere paralel hareketi. Kavuşma, yol ve mesafe kat etme, ulaşma, yüzme, uçma, koşma gibi tabii hareketlerle rezonans çalışması.
Hareket stres ve fizik-enerji blok merkezleri olarak bilinen omuzları ve sırt-göğüs kas ve kemiklerini çalıştıran bir hareket. Eller belde sabit tutularak iki omzun da öne arkaya ve sağa-sola hareketi esas alınır.(Baksı dansı örneği).
Hareket eller belde olmak üzere başın öne-arkaya ve yanlara hareketidir. Özellikle ense ve boyun kasları ile beyne giden sinir ve damarlar için geliştirici ve yol açıcı egzersiz olarak tarif edilir.(Baksı dansı örneği).
Hareket seans boyunca öğrenilen hareketlerin tabiat hareketlerindeki uyum ve denge düşünülerek zorlama olmadan - içe doğacak ve derinden hissedilecek şekilde icraatı. (Kuş uçuşu, at koşuşu, su akışı, rüzgar esişi vb. gibi). Bu seans sonunda ayağa kalkılır ve bütün vücut hareket eder, yavaş yavaş ağırlaşarak seans biter.
Türk tarihi ve kültüründe önemli bir yeri olan müzik, dans ve bunlarla yapılan tedavi konusunda; pentatonik müzik formu ve Baksı-Kam tedavi geleneğinin yanısıra olgunlaşıp yerleşen 'makam müziği ile tedavi' günümüz tıbbında yeniden güncelleşmiş bulunmaktadır. Bin yıldan daha önceki zamanlarda Orta Asya'da; Horasan ve Uygur bölgelerinde gelişerek yayılan makam musikisi hakkında Farabi,İbn-i Sina, Ebu Bekir Razi, Hasan Şuri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi, Haşim Bey eserler yazmışlar ve makamların duygular ve organlarla ilişkilerini tasniflerle belirtmişlerdir. Pentatonik müzik Türk illerinde gelişmeye devam ederken, yedili sistem olan ve bir tam sesin dokuz komadan oluşması esasına dayalı makam sistemi, takriben dört yüzü geçen makam zenginliği ile kültür ve sanatımıza büyük katkıda bulunmuştur.
PASİF ( RECEPTİV) TERAPİ M.S. 834-932 yıllarında yaşamış olan müslüman Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, melankoliklerin tedavisi üzerine yazdığı bir eserinde şöyle diyor: " ... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir. ... melankolik hasta balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalıdır; huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir."
Büyük Türk Bilgini Farabi (870-950) makamların ruha etkisini şöyle sınıflandırır:
Rast makamı: İnsana sefa (neşe, huzur) verir.
Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir.
Küçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
Büzürk makamı: İnsana havf (korku) verir.
İsfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti ve güven hissi verir.
Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
Uşşak makamı: İnsana gülme 'dilhek' verir.
Zirgüle makamı: İnsana uyku 'nevm' verir.
Saba makamı: İnasana şecaat (cesaret, kuvvet) verir.
Puselik makamı: İnsana kuvvet verir.
Hüseyni makamı: İnsana sulh ( sükunet, rahatlık) verir.
Hicaz makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük ) verir.
Büyük islam bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır: " ...tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek , onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir..."
İbn-i Sina, Farabi'nin eserlerinden çok yaralandığını ve hatta musikiyi de ondan öğrenerek Tıp mesleğinde tatbike koyduğunu söylemektedir. Arapça yazdığı Kitap'ün necat ve Kitab'ün Şife'deki12 fasıl tamamen musikiye ayrılmış olduğundan, bu kısım Baron Rodolph Dearlangar tarafından Fransızca olarak 'La musique Arap' adıyla yayınlanmıştır.
Eski Türk hekimlerinden Şuuri'nin 'Tadil-i Emzice' adlı eserinde müzik ile tedavi hakkında geniş bilgi vardır. Şuuri, 'Tadil-i Emzice'de belirli makamların günün belirli zamanlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Ona göre:
Rast ve Rehavi makamları: Seher zamanları etkilidir.
Hüseyni makamı: Sabahleyin etkilidir.
Irak makamı: Kuşlukta etkilidir.
Nihavend makamı: Öğleyin etkilidir.
Hicaz makamı: İki ezan arası etkilidir.
Buselik makamı: İkindi zamanı etkilidir.
Uşşak makamı: Gün batarken etkilidir.
Zengüle makamı: Gurubdan sonra etkilidir.
Muhalif makamları: Yatsıdan sonra etkilidir.
Rast makamı: Gece yarısı etkilidir.
Zirefkend makamı: Gece yarısından sonra etkilidir.
Şuuri'ye göre musikinin meclis adamlarına olan etkileri de birbirlerinden farklıdır.
Ulema ( Alimler ) Meclisine: Rast ve Tevabii makamları
Ümera ( Emirler ) Meclisine: Isfahan ve Tevabii makamları
Dervişler Meclisine: Hicaz ve Tevabii makamları
Sufiler Meclisine: Rehavi ve Tevabii makamları etkilidir.
Günümüzden 900 sene önce Selçuklu Sultanı Nureddin Zengi tarafından Şam'da yaptırılan Nureddin Hastanesi'nde musiki makamları tedavi amacıyla kullanılmıştır.
Sonraki dönemlerde Amasya, Sivas, Kayseri, Manisa, Bursa, İstanbul (Fatih Külliyesi) ve Edirne şifahanelerinde musiki ile tedavi uygulanmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde şöyle yazılıdır: " Merhum ve mağfur Bayezid Veli ... Vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende biri neyzen, biri kemani, biri musikari, biri santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirler..."
Anlaşıldığına göre, Horasan kaynaklı Türk Sanat musikisi ve Horasan-Anadolu musiki makamlarımızın olgunluğu ile gelişen pasif-receptiv müzik terapi geleneği icrası sırasında hastalar rahat bir şekilde oturarak veya uzanarak dinlenme halinde idiler. Bu tedavi şeklinde amaç, hastaların emosyonel durumlarını değiştirerek onları rahatlatmak ve kendine güvenlerini kazanmalarına yardımcı olma idi.
Günümüzde tarafımızdan uygulanan teknikte bu esaslara sadık kalınmıştır. Hasta istirahat pozisyonunu alır, bir seans süresince geniş ve rahatlatıcı bir ritim ve su sesi eşliğinde, Ney, Rebab, Çeng, Ud, Dombra ve Rübab ile emprovize (ritimli taksim) yapılır ve uygun makamlar üzerinde çalışılır. Bu şekilde bir icra sırasında, otizm'den ve psikolojik çocuk hastalıklarından Geriatri'ye kadar çeşitli psikolojik ve fizik hastalıklarda olumlu değişmeler ve iyileşmeler gözlenmektedir. Bu konuda Dr. L. Gutjahr ve Prof. V. Mechleid tarafından EEG ölçümleri yapılmış ve en az 1000 yıllık bu gelenek bugünün labarotuvarında doğrulanmıştır. 400'den fazla olduğu bilinen bu makamlardan önemli olan 10-15 tanesi üzerinde uygulamalardan sonra tedavide kullanılacak kaset ve CD'ler tarafımızdan vücuda getirilmiştir.
Viyana'da Meidling Rehabilitasyon Merkezi'nde komada bulunan hastalara Türk musikisi makamları dinletilerek terapi uygulamaları yapılmakta olup, beyinde alfa ve teta dalgalarının değiştiği tespit edilmiştir ve bir çok hastanın müzik terapi seansları ile komadan çıktıkları gözlenmiştir.
http://www.tumata.com/muzikletedavi.html
Bazı zamanlar kulağımda zil sesi duyuyorum bu normal midir? Tamamiyle değil. Kafa içinde ki bu seslere genel olarak tinnitus denilir ve çok yaygındır. Tinnitus zaman zaman ortaya çıkabilir veya siz sürekli olarak bir ses duyabilirsiniz. Çok kalın veya çok ince olabilir, tek kulağınızda veya her iki kulağınızda da duyabilirsiniz. Zil sesi sürekli olduğunda bu kişiyi çok rahatsız edebilir. Hatta bu rahatsızlık kişilerin normal hayatlarını etkiliyecek boyuta kadar çıkabilir.
BAŞKA İNSANLAR KULAĞIMIN İÇİNDEKİ BU SESLERİ DUYABİLİR Mİ?
Bu genellikle olmaz ancak bazı durumlarda dinleyen kişi bir çeşit ses duyabilir. Bu tip tinnituslara objektif tinnitus denilir. Çoğunlukla ya bir damar anormalliğinden dolayı veya kasların kasılması sonucu orta kulakta meydana gelen seslerden ötürü gelişir.
TİNNİTUS (ÇINLAMA) KONUSUNDA EN SIK RASTLANAN SORULAR
Tinnitusun Nedeni Nedir?
Sesin sadece hasta tarafından duyulduğu subjektif tinnitusun birçok olası nedeni vardır. Bazı nedenler kötü değildir (örnek olarak küçük bir kulak kiri geçici bir süre tinnitus yapabilir.) Bunun yanında enfeksiyon, kulak zarında delinme, orta kulakta sıvı birikmesi ve orta kulakta ki kemiklerin eklem yerlerinin sertleşmesi gibi daha önemli nedenler de olabilir. Tinnitus baş ve boyun bölgesindeki damar genişlemeleri (anevrizma) veya denge ve işitmeyi sağlayan sinirden kaynaklanan bir tümörden (akustik nörinom) dolayı da olabilir. Bu problemlerde işitme kaybı da vardır. Allerji, yüksek veya düşük tansiyon, tümör, şeker hastalığı, tiroid problernleri, baş ve boyun bölgesine gelen darbeler ve birçok diğer nedenler: bazı romatizma ilaçlan, bazı antibiotikler, sakinleştirici ilaçlar ve aspirin tinnitusa neden olabilir. Her durum için tedavi çok farklıdır. Bu nedenle konusunda uzmanlaşmış bir doktora kontrol olmak ve kulak çınlamasının gerçek nedenini bulmak çok önemlidir.
Tinnitus çoğunlukla işitme sinirlerinin mikroskopla görülebilecek kadar küçük olan uçlarında meydana gelen hasarlardan ötürü gelişir. Bu sinir uçlarının sağlıklılığı doğru ve kesin duymayı sağlar ve bunlarda meydana gelecek bir hasar işitme kaybı ve tinnitusa yol açar. İlerlemiş yaşla birlikte sinir uçlarında bazı değişiklikler meydana gelir bu da beraberinde tinnitusu getirir. Günümüz dünyasında yüksek ses tinnitusun muhtemelen en sık rastlanan nedenidir ve işitme kaybına da yol açar. Ne yazık ki birçok insan endüstriel gürültünün, yangın alarmlarının, yüksek sesle müzik dinlemenin ve diğer gürültülerin ne kadar zararlı olduğundan ya habersiz yada bunu umursamamaktadır. Stereo kulaklıklarla yüksek müzik dinlemek riski daha da fazlalaştırmaktadır.
Tinnitusun Tedavisi Nedir?
Vakaların çoğunda özel bir tedavi yoktur. Eğer doktorunuz gerçek nedeni bulursa bunu ortadan kaldırmaya yönelik tedavi sonucunda kulağınızdaki çınlamalar da ortadan kalkar. Bunun için bazı röntgen filmleri ve denge testlerine ihtiyaç duyulabilir. Bunlara rağmen tinnitusun nedeni çoğu zaman bulunamaz. Neden ortaya konulmamış olmasına rağmen bazı durumlarda ilaçlar yardımcı olmaktadır. Kullanılan birçok ilaç vardır. Genellikle hastaya ilaç alması önerilir ve sonuç alınıp alınmadığı sorulur.
Eğer Bir Neden Ortaya Konulamazsa Tinnitusun Azalması İçin Birşey Yapılabilir mi?
Evet. Aşağıda yapmanız ve yapmamanız önerilen şeyler tinnitusunuzun azalmasına yardımcı olacaktır. Herşeyden önce işitme sisteminin vücudun en hassas ve kırılgan sistemi olduğu hatırlanmalıdır. Bu nedenle aşağıdakileri yapmanız önerilmektedir.
Yüksek sesli müziğe maruz kalmaktan korunun
Kan basıncını sürekli kontrol ettiriniz. Kontrol altında olması için doktorunuza başvurun.
Tuz alımını kısıtlayın (fazla tuz dolaşım sisteminizi bozacaktır.) Tuzlu yiyeceklerden uzak durun ve yemeğinize tuz eklemeyin.
Sinir sistemine uyarıcı etkisi olan kahve, kola ve sigaradan uzak durun.
Günlük egzersizler kan akımınızı düzenler.
Yeterince dinlenin ve çok yorulmaktan sakının.
Sesten endişelenmeyin. Kulak çınlamanız sizin sağır olmanıza ve aklınızı kaybetmenize neden olmaz. Bu sesleri rahatsız edici ama önemsiz bir gerçek olarak kabul edin ve olabildiğince yok saymayı öğrenin. Bu çeşit kontrol ya kişinin kendini tembihlemesiyle yada maskeleme yöntemiyle başarılabilir.
Sinirliliğinizi ve gerginliğinizi en aza indirin.
KİŞİNİN KENDİNİ TEMBİH ETMESİ NE DEMEKTİR? BU GEÇERLİ MİDİR?
Tembihleme, konsantrasyon ve gevşeme egzersizleri sonucunda kan basıncını ve kas gruplarını sistemli olarak kontrol etmeyi sağlar.
MASKELEME NEDİR? TİNNİTUS MASKELEMESİ NEDİR?
Tinnitus özellikle çevre sessiz olduğu zaman, gece yatarken, daha rahatsız edicidir Tinnitusla yarışacak bir ses bir saatin tıklaması veya bir radyo, rahatsızlığı azaltacaktır. Bazı doktorlar alçak seşle FM kanallarını dinlemeyi önermektedir: Birçok hasta iki istasyon arasında ayarlanmamış radyonun çıkardığı sesi alçak sesle dinlemekten fayda bulduklarını ifade etmiştir. Böylesine statik bir ses çok rahatlatıcı olabilir. Bu ses beyaz ses olarak bilinmektedir. Bazı hastalar rahatlatıcı ses üreten elektronik aletler kullanmaktadır. Tinnitus maskeleyici işitme cihazını içine yapılan veya ona eklenen küçük bir eloktronik parçadır. Sürekli ama rahatsız etmeyecek bir ses üreterek kişinin kulak çınlamasını unutmasını sağlar.
İŞİTME CİHAZLARI ÇINLAMANIN AZALMASINI SAĞLAR MI?
İşitme bozukluğu kişilerin bazılarında çınlamanın kullandıkları cihazlar tarafından azaltıldığı veya yok edildiği söylenmektedir. Ancak işitme cihazı sadece tinnitusu önlemek için kullanılacaksa özenli bir çalışma yapılmalıdır. Genellikle işitme cihazı çıkartılınca çınlama ilk durumuna geri döner.
SONUÇ
Kulak çınlamanız için herhangi bir tedaviye başlamadan muhakkak bir Kulak Burun Boğaz uzmanı tarafından dikkatli bir muayeneden geçmelisiniz
http://saglik.tr.net/genel_saglik_kulak_cinlama.shtml
Her canlı sistem, hayatını ve neslini sürdürmek için çevresinin farkında olacak ve cevap üretecek şekilde programlanmıştır. Yapacakları faaliyetler için, çeşitli duyu organlarını veya alıcı duyu hücrelerini kullanırlar. Ses pek çok canlı tarafından kullanılan önemli bir iletişim vasıtasıdır. Bunun için gelen sesleri algılayan işleyen ve değerlendiren bir işitme sistemi birçok canlıya verilmiş, vazgeçilmez bir nimettir. Seslerin belli bir ritm ve tempo hâlinde melodi olarak çıkarılması veya sözlerin diziliminden oluşan ahenkli sesler, müzik veya musiki kavramıyla ifade edilir. Kâinatta canlı veya cansız sistemlerin çıkardığı sesler, bir ritm, tempo ve ahengi çağrıştırıyorsa veya kişi tarafından bu sesler, böyle algılanıyorsa, buna kâinatın veya tabiatın musikisi denir. Eğer kişi tabiattaki bu seslerdeki motifi, ritmi ve ahengi algılayamıyorsa, bu onun için gürültü olarak değerlendirilebilir. Duyulan seslerin birer melodi mi, yoksa gürültü mü olduğu, hem sesin ritmik özelliklerine, tınısına ve ahengine, hem de kişinin niyetine ve idrak paradigmalarına bağlıdır. Kâinattaki faaliyetlerin bir göstergesi olan sesler (rüzgârın cisimlere vurarak çıkardığı sesler, su sesleri, kuş sesleri vb) inanan bir insan için Yaratıcı'nın güzel isimlerine âyinedârlık eden varlık ve süreçlerin birer zikri iken, inanmayan bir kişi için de insanı dinlendiren ve onu tabiatla bütünleştiren tabiî bir hâdisedir.
Müzik ise, sesle iletişimin estetik boyutudur. İletişime katılan bir ahenk ve güzelliktir. Mesajların insan ruhuna tesirli şekilde nüfuz edişinde bir üslûptur. Bu bağlamda müzik, eşyanın tabiî hareketi ile açığa çıkan seslerden oluşabileceği gibi (fıtrî müzik) insan tarafından bizzat şuurlu bir şekilde de üretilebilir. Günümüzde, iletişim aracı olmanın ötesinde eğlendirici, sakinleştirici ve dinlendirici boyutları daha çok ön plâna çıkan müzik, hem bir meslek, hem ticarî bir sektör hâline gelmiştir. İnsanın tabiatında var olan mânâlı, ritmik ve melodik seslere karşı hassasiyetin, ne gibi fonksiyonları olduğuna dair son yıllarda çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Özellikle biyomüzikoloji disiplininde yürütülen araştırmalarla, müziğin canlı sistemler üzerindeki tesirleri anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bugün müziğin anne karnındaki çocuğun gelişiminden başlayıp, insanın gelişimine, öğrenmesine ve ruh sağlığına varıncaya kadar yaptığı tesirler, çeşitli araştırma projelerine mevzu olmaktadır.
Müziğin evrensel bir lisanı olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Bütün kültürlerin kendine has bir müziği vardır. Niçin? Biyomüzikoloji araştırmaları, bu konuda müziğin insanın hayatını sürdürmesinde ve neslinin devamında olumlu katkılarda bulunduğunu ortaya koymuştur. İsveç'teki Biyomüzikoloji Enstitüsü'nden Prof. Bjorn Merkur, müziğin menşei konusunda şunları söyler:
"Müzik, bu âlemdeki canlıların ve cansızların yaşama ve üreme şanslarını artırıcı değerli bir özelliktir. Ayrıca yer yüzündeki hayatı ve dengeyi mümkün kılan nizam ve ahengin seslendirilmesidir. Pek çok canlı, farklı aileleri ve grupları seslerinden ayırt edebilirler. Üreme mevsiminde her iki cinsin birbirini bulmaları kolaylaştırılır. Hattâ birlikte koro hâlinde sesler çıkararak kendilerinin bilinmesini sağlarlar. Bilhassa kuş ve memelilerdeki müzik kabiliyeti biyolojik açıdan fertler arasında bir üreme avantajı sağlar. Bu tabiatın içinden bir parça olmakla beraber birçok bakımdan hususî farklılıklarla donatılmış insan ruhunda da müziğin bir yeri vardır."
http://www.mutasyon.net/kultur/makaleler/dosya/default4.asp
Müzik ve hormonlar arasındaki münasebet yukarıdaki mekanizma üzerinden kurulur. Vücuttan salınan hormonlar veya bedene tesir eden işlemler, beyne de tesir eder. Müzik dinleme, müziğin tarz ve cinsine bağlı olarak stres hormonlarının salınımını artırıcı veya azaltıcı rol oynar. Çeşitli müzikleri dinleme öncesi ve sonrası yapılan kortizol ölçümleriyle bu ispatlanmıştır. Bu çerçevede, stres hormonu üretici durumlarda stresi azaltıcı müzik dinleme, oldukça faydalı olmaktadır. Meselâ; tıpta mide ülserlerini incelemede kullanılan gastroskopi tekniği, uyanık insanlara uygulanırken, kişilerde belli bir seviyenin üstünde stres oluşmaktadır. Bu hastalara gastroskopi esnasında stresi azaltıcı ve hoşlandıkları müzik, bir müzik terapisti kontrolünde dinletildiğinde, kontrol grubuna nazaran bariz derecede kortizol seviyeleri düşük bulunmuştur. Kontrol grubunun kanlarında ise, hem kortizol hem de ACTH yüksek bulunmuştur.
Benzer bir çalışmada, ertesi günü ameliyat olacakları söylenen bir grup hastaya bu haber söylendikten hemen sonra, yaklaşık bir saat kadar stresi azaltıcı müzik dinletildi. Diğer bir gruba ise, haber söylendikten sonra bir şey yapılmadı. Sağlam kişiler de kortizol ölçümleri açısından kontrol grubu olarak kullanıldı. Her iki ameliyat olacak hasta grubunda haber sonrasında 15 dakika içinde kortizol seviyeleri % 50 oranında arttı. Bir saat sonra ise, müzik dinlemeyen ameliyat olacak gruptaki kortizol seviyesi artmaya devam ederken, müzik dinleyen grubun seviyesi, normal seviyesine geri döndü. Bütün bu araştırmalar göstermektedir ki, müzik stresli durumlara verilen kortizol cevabının süresini belirgin şekilde azaltmaktadır. Ayrıca tıbbî teşhis ve tedaviler esnasında üretilecek stres hormon seviyeleri, kişilere müzik dinletilerek belirgin ölçüde azaltılabilir.
Sağlıklı kişilere dinletilen üç farklı müzik cinsinden (düzenli ritme sahip müzik; düzensiz ve gürültülü müzik ile güçlü ritmik özellikleri olmayan sakinleştirici ve dinlendirici müzik) sadece sakinleştirici ve dinlendirici müziği dinleyen kişilerin kortizol ve nöradrenalin seviyeleri belirgin şekilde azalmıştır.
Ancak müziğin bu tesirleri, hem kişilerin genel anatomik yapısına hem de seçilen müziğe bağlı olarak değişmektedir. Meselâ antrenmanlı ve antrenmansız atletlerde hareketli ve hareketsiz parçalar eşliğinde yapılan yoğun egzersiz sonucunda hareketli müziğin, antrenmansız koşucularda kortizol seviyesini artırdığı, ama antrenmanlı koşucularda bir tesire yol açmadığını bulmuşlardır. Bu ise, formda olmayan kişilerin kilo kaybına yol açar. Formunda olan atletlerde ise böyle bir tesir gözlenmemiştir. Müzik bölümü öğrencilerinin, stres hormon seviyeleri, diğer öğrencilerinkinden daha yüksek bulunmuştur. Kesin olarak bilinen bir şey ise beyin, hormonlar ve müzik arasında karşılıklı girift bir münasebetin olduğudur.
Müzik, depresyon geçiren gençlerde beyni rahatlatıcı ve hormonal düzensizlikleri hafifletici rol oynar. Kronik depresyon beynin sağ ön bölgesindeki aktivasyonun artmasıyla da karakteristiktir. Müzik, depresyondaki kişinin ruh hâletini tersine döndürüp, stres hormonlarını azaltır (The Journal Adolescence, 1998, 33, pgs. 109-116). 20 dakika müzik dinleyen kişilerde, beynin faaliyet durumu ve stres hormonları (kortizol salınımı) seviyesi değişmiştir. Müzik eğitiminin mücerret düşünmenin yanında kelime hafızasına da olumlu yönde tesir ettiğine dair tespitler vardır.
Sakinleştirici ritmik müzik dinleme, ayrıca yeni doğan bebeklerde fizyolojik ve davranış bakımından rahatlamayı ve gevşemeyi kolaylaştırır. Müzik dinlemenin uzun süreli tesirlerine gelince, artan stres hormon seviyesi, içinde bulunulan durumu uzun süreli kalıcı olarak kayıt etmesi için beyne mesaj yollar. Bu açıdan müzik, hafızayı güçlendirici bir uyarıcı olarak iş görür. Herhangi bir metin ezberlenecekse bunu bir müzik eşliğinde yapmak çok daha kolay olur. Kur'ân hafızlarının âyetleri ezberlemesinde ilâhî beyanın ruhuna uygun bir musiki ile birlikte telâffuz etmelerindeki hikmet de herhalde bu özellikten kaynaklanmaktadır. Müziğin bu tesirini sağlamak için kişinin bilgi ve idrak seviyesine ve ruh dünyasındaki müziğe verilen cevaba bağlı olarak, özel bir müzik dinleme reçetesi oluşturulmalıdır.
Sağlıklı kişiler genellikle belli bir müziğin kendilerinde nasıl bir tesir yaptığını bilmeden, dinleyecekleri müziği seçerler. Eğer belli bir müzik çeşidi kişide solunumu veya kalb atımını hızlandırıyorsa, bu tür kişiler, kortizol adrenalin gibi stres hormonlarının seviyesini, müziğin süresini ve çeşidini seçerek düzenleyebilirler. Kişi bu şekilde düzenli olarak seçtiği bir müziği dinlerse belli bir süre sonra stres hormonlarının seviyesini yükseltebilir. Ama bunun uzun süreli tesirlerinin neler olabileceği, henüz araştırılması gereken bir konudur.
Herkes kendi fıtratına uygun olan müzik çeşitlerindeki ses ve ritmi yakalayabildiğinde, sahip olduğu ruhî güzelliklerinin yansıttığı biyoenerjisinin musiki ile açığa çıkarılmasını kolaylaştırmaktadır. Müzik eğitiminin öğrenme temellerini anlamak, çocuğun beyninin nasıl geliştiğini, anne-çocuk arasındaki bağın hayatî önemini ve çocuğun ruh sağlığı ile öğrenme kabiliyeti ve öğrenmeye hazır olması arasındaki münasebetleri ortaya çıkarmak için önemli bir araştırma disiplini hâline gelmiş bulunmaktadır. İslâm dünyasının bilim adına geçmişte gündeme getirdiği tıbbî mevzular arasında, belli hastalıklar hususunda musiki ile tedavinin ciddi şekilde ele alınması, insan ruhunda musikinin meydana getirdiği değişimlerin çok iyi tespit edildiğini göstermektedir.
Türk musikisinin makamlarının çeşitli psikolojik rahatsızlıklarda nasıl kullanılacağı hususunda bugün kulaktan dolma sahip olduğumuz bilgilerin yeni nörolojik, psikiyatrik ve endokrinolojik bilgilerle birlikte değerlendirilmesi için çok ciddi araştırmalara ihtiyaç vardır.
İnsanın hem psikolojisine, hem ruhî durumuna, hem de bedenine ve zihin aktivitelerine, tesir eden musiki de "Yeni İnsan"ın yeni bakış açısıyla tekrar ele alınmalıdır. Müzik eğitimi, kişiye iş birliğini, dinlemeyi, üreticiliği, koordinasyonu, lisanı düzgün ve faal kullanmayı ve analitik maharetleri kazandırır. Bu tesirlerin olumlu veya olumsuzluğu, büyük ölçüde dinlenilen veya icra edilen müziğin çeşidine, özelliklerine ve kişilerin fizyolojisine, hâlet-i ruhiyesine ve zihnî durumuna bağlı olarak değişebilmektedir. Kişilerin durumlarına ve inanç dünyalarında açacağı ilâhî pencerelere göre seçilerek dinlendiğinde, insanın hem biyolojik yapısına, hem de öğrenmesine ve sosyal başarısına katkıda bulunabilecek bir musikiye ait nağmelerin faydası inkâr edilmemelidir. İnsana düşen görev, herşeyde olduğu gibi, müziği de sadece bir eğlence vasıtası olarak değil, iyiyi, güzeli, doğruyu yakalamada ve inşa etmede kullanabilmek olmalıdır. Bu açıdan, sadece fen ve teknolojik alanlarda değil, musiki sahasında da insanımızın yeni buluşlara, icatlara ve sentezlere ihtiyacı olduğu dikkate alınmalı, iki asırlık Avrupa-Amerika eksenl
i taklit ve tekrara dayalı müzik icra etme alışkanlığına son verecek, kendi ruh dünyamızın ilâhî kaynaklı terennümlerini bulup ortaya çıkaracak müzisyenler yetiştirilmelidir
Müzik gerçekten ruhun gıdasıdır.Her insan müziği sever.Türk sanat müziği, pop müziği, hafif müzik ve daha sayılabilecek bir çok müzik çeşidi vardır.Ben müzikten hiç etkilenmem diyen birisi her halde yoktur.Yapılan araştırmalar müziğin insan sağlığına yaptığı sayısız faydaları ortaya koymuştur.Kalp atışlarının yavaşlamasından, göz bebeklerimizin genişlemesinden, barsak hareketlerimizin düzelmesine kadar bir çok etkiler ve hatta kronik rahatsızlıklarda düzelmeler, bağışıklık sisteminde yenilenmeler müziğin etkilerinden bir kaçı olarak gözlemlenmiştir.
Müzik sektörü tarihsel gelişmesi içinde son yıllarda olağanüstü bir yükselme göstermiş ve tüm dünyada çok büyük bir sektör haline gelmiştir.Vergi rekortmenleri, dünyanın en popüler insanları halen müzik sektöründe çalışmaktadırlar.Müziğin bu gücü elbetteki insanların üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır.
Müziğin etkisi tüm bedenimizin etrafını saran auraya ve direkt bilinç altına olur.Bu yüzden bilinç altını etkileyen ses rezonansları tespit edilmiş ve insanlara bir terapi olarak uygulanmaya başlanmıştır.Günün belirli saatlerinde bu ses rezonansları dinletilerek insanın rahatlayarak yatışması bir tedavi prensibi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Uzak doğuda Tibet müziği ve Hint Ayurveda müziği de belirgin bir rahatlama sağlamaktadır.Milletler kendi genetik kodlarına göre ve kendilerini temsil eden farklı etnik topluluklara kadar kendilerini rahatlatan müzikler üretmişlerdir.Bizim ilahilerimiz buna örnektir.Sufi müzik ve bu başlık adı altında sayısız müzik çeşidi bulunmaktadır.
1) RAST MAKAMI: Koç Burcu; Ateş tabiatlı, kuru-sıcak tabiatlı makam. Gece yarısı ve seher zamanları etkilidir. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkilidir. Fazla uyumayı engeller. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir. Sarı safra bağlantılıdır. Erkek karakter gösterir. Gündüz, Salı günleri etkisi fazladır. Oğlak burcu ve su ile ilişkilidir. Tedavi değeri yüksek olan dört esas makamdan birisidir. Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Felç illetine devadır. Başa ve göze etkilidir. Kaslara tesiri vardır. En eski makamlardandır. Farsça ?doğru? ?dosdoğru? ?sağ? ve ?gerçek? demektir. Spazmı çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisinde yararlıdır. Mars gezegeni ile bağlantılıdır.
2) IRAK MAKAMI: Boğa Burcu; Venüs bağlantılıdır. Toprak tabiatlıdır. Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Kuru-soğuk karakterdedir. Kara safra ile ilişkilidir. Karakteri dişi olup, etkisi Cuma günü ve geceleri fazladır. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol, sol kol ve ellere etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korku gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır. Tarih olarak en az 7 asırlıktır. Spiritüel tesiri görülür. Irak-ı Acem?den gelmektedir.
3) ISFAHAN MAKAMI: İkizler Burcu (Yengeç Burcu); Hava tabiatlı, ikindi ile yatsı arası etkilidir. Su bağlantısı vardır. Soğuk ve nemlidir. Beyaz balgam ile ilgilidir. Dişi, gece karakterli, Pazartesi bağlantılıdır. Soğuk tabiatlı olduğu gibi, ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır. En az yedi asırlık bir makamdır.
4) ZİREFKEND MAKAMI: Yengeç Burcu. Merkür; su tabiatlıdır. Uyku vakti etkilidir. Sıcak- nemli özelliğe sahiptir. Kan, erkek ve gündüz bağlantıları vardır; günü Çarşamba?dır. Sırt, mafsal ağrılarına ve kulunca faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs, kalça ve sağ omuza etkilidir. Meclisin neşesini arttırır, derin duygu hissi verir. Farsça ? döşek ( yatak)? demektir. XIII. asırdan önceye aittir.
5) BÜZÜRK MAKAMI: Aslan Burcu. Ateş, Güneş. Soğuk ve sıcak-kuru tabiatlıdır. Fecirden kuşluk vaktine kadar etkili olmaktadır. Kara safra, dişi ve gece bağlantılı olup, Merkür gezegeni ve Çarşamba günü ile ilgilidir. Zihni temizler, vesvese ve korkuyu def eder. Fikre yön verir. Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz, göğüs, ciğer ve kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir. Farsça ?büyük? demektir. Yedi-sekiz asırlık bir makamdır.
6) ZENGULE MAKAMI: Başak Burcu ( Terazi Burcu). Venüs etkisi. Toprak tabiatlı, sıcak ve nemli. Günbatımından sonra etkilidir. Hava bağlantılıdır. Kan, erkek, gündüz ve Cuma günü ilişkisi vardır. Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder. XIII. asırdan önce Hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir masal duygusu verir. Farsça ?çıngırak, def pulu, zil? demektir. İran mitolojisinde bir Türk kahramanın adıdır.
7) REHAVİ MAKAMI: Terazi Burcu. Rüzgar tabiatlı. Sıcak ve kuru. Seher zamanı ve ikindiyle yatsı arası etkilidir. Aslan Burcu, Güneş ve Pazar günüyle ilgilidir. Nemli ve kuru, sarı safra, erkek, sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür (basen) için faydalıdır. Sonsuzluk ve yer çekiminden kurtulma duygusu verir. Urfalı; Urfaya ait demektir. X.Yüzyıldan önceye giden bir geçmişi vardır. İbn-i Sina ve Evliya Çelebi?de bahsi çok geçer. Sonraları Rast makamı, Rehavi makamının yerini almıştır. Diğer adı Ruhavi?dir.
8) HÜSEYNİ MAKAMI: Akrep Burcu ( Kova Burcu). Su tabiatlıdır. Satürn etkilidir. Nemli ve sıcak. Sabah ve gün ağarırken etkilidir. Sabah- öğlen arası etkisi fazladır. Cumartesi özel gündür. Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer, kalp ve ruhların iltihabını söndürür ve yok eder. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Büyük erkeklerde görülen gizli ateşli nöbeti ve günde bir kere gelen ateşli nöbetin giderilmesinde faydalıdır. Sol omuza etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir. Barış duygusu verir. İç organlara etkilidir. Tabiat ile birleştirir. İçindeki, gizli pentatonik yapı sebebiyle, kendine güven ve kararlılık duygusu verir; bundan dolayı otistik ve spastik hastalara faydalıdır. En eski makamlardan biridir. En az altı asırlıktır.
Mert bir ifadesi vardır. Kalp, karaciğer ve mide için faydalıdır. ?Küçük sevgili? ve ? Hüseyin ile ilgili? demektir.
9) HİCAZ MAKAMI: Yay Burcu. Ateş tabiatlı. Sıcak özellik gösterir. Jüpiter bağlantılıdır. Yatsıdan sabaha kadar olan zamanda etkisi fazladır. Kuru- soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır. Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli etki alanıdır. En eski makamlardandır. Zengüle ve Zirgüle makamları ile yakınlık gösterir. Adını Arabistan?daki Hicaz bölgesinden almıştır.
10) BUSELİK MAKAMI:
11) NIHAVEND MAKAMI: Oğlak Burcu (Yay Burcu). Satürn, Jüpiter. Toprak- Ateş tabiatlı. Sıcak-kuru yapıdadır. Öğleden sonra ( ikindi ) zamanı etkisi fazladır. Sarı safra, gündüz ve erkek bağlantılıdır. Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır. Kuvvet ve barış duygusu verir. Akıl hastalıklarına etkili olduğu konusunda önemli bilgiler vardır. En eski makamlardandır. Ebu-selik kelimesinden geldiği söylenmektedir (Güzel yazma ve söyleme yeteneği).
12) NEVA MAKAMI: Kova Burcu (Oğlak Burcu); Satürn. Hava tabiatlı, kuru-soğuk özellik gösterir. Kara safra bağlantılıdır. Dişi özellik gösterir. Gece ve kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkisi fazladır. Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir. Kötü fikirleri kovduğu, cesaret ve yiğitlik verdiği, gönül sevinci oluşturduğu ileri sürülür. Kuvvet ve kahramanlık duyguları meydana getirir. Akıl hastalıklarının tedavisinde faydalıdır. En eski makamlardandır. Buluğ çağındaki kız çocuklarının kadın hastalıklarına tedavi etkisi vardır. ?Ses, seda, makam ve ahenk? demektir.
13) UŞŞAK MAKAMI: Balık Burcu. Su tabiatlı. Soğuk-nemli.
Jüpiter. Fecirden kuşluk vaktine kadar ve günbatımında etkisi fazladır. Beyaz balgam, gece ve dişi bağlantılı olup; Perşembe günü özellik gösterir. Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukların bütün organlarını etkileyen kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerde görülen ayak ağrılarına faydalıdır. Derin aşk ve mistik duyguların ifade vasıtasıdır. En eski makamlardandır. ?Aşıklar? demektir. Uyku ve istirahat için faydalıdır, gevşeme hissi verir.
14) ACEMAŞİRAN MAKAMI: Ateş tabiatlıdır. Kuru-sıcak makamdır. Fecirden kuşluk vaktine kadar etkilidir. Kemiklere ve beyne etkilidir. Vücutta yağ dengesine yardım eder. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun yanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır. Lezzet verir, gevşemeye yardımcı olur. En eski şed makamlardandır.
15) SEGAH MAKAMI: Su ve toprak tabiatlıdır. Soğuk makamdır. Kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkilidir. Hararetten meydana gelen şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur. XIV. Yüzyıldan eskidir.
16) PENTATONİK MELODİLER: Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musikisinin en önemli ve karakteristik özelliğidir. Bir gam içindeki 7 sesten ikisinin azalması ile, 3 adet tam ve 2 adet 1,5 sesten olmak üzere 5 sesten oluşmuştur. Kendine güven ve kararlılık verir,rahatlık sağlar. Çocuklara, 9-10 yaşına kadar sadece pentatonik müzik dinletilmesi tavsiye edilmektedir.
http://gulArtık iyileşme ümidi kalmayan hastalara kimse ulaşamasa da müzik ulaşıyor. Binlerce yıl önce Orta Asya'da uygulanan müzikterapi yöntemini yeniden araştırıp hastalıklara şifa arayan Yrd. Doç. Rahmi Oruç Güvenç'e göre Türk müziği makamlarının iyileştirici gücü var. Müziğin ritmine kulak veren denge buluyor.
***
Makamını bul hastalığını yen
Binlerce yıllık müzikterapi yöntemiyle tedavi uygulayan Rahmi Oruç Güvenç'e göre her makamın farklı hastalığı iyileştirici gücü var
Psikolojik rahatsızlıklar başta olmak üzere göz hastalıkları, spazmlar, yorgunluk, huzursuzluk gibi sorunlara müzik, ilaç gibi geliyor
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim dalında yardımcı doçentliğe yükselen Rahmi Oruç Güvenç, bu dönemden sonra etnik müziklerle ilgili çalışmalarına başlamış. Müzikterapi'nin bin yıldan fazla bir zamandır kullanıldığını belirten Güvenç, 800'lü yıllarda yaşayan Ebu Bekir Razi'den Farabi'ye, İbni Sina'ya kadar pek çok bilginin bu konudaki çalışmalarının günümüze kadar geldiğini söylüyor. Yaklaşık 100 yıl öncesine kadar Osmanllı'nın da kullandığı müzikterapi şimdi Yrd. Doç. Güvenç sayesinde Avrupa'da da çok yaygın. Avusturya, Almanya, İspanya, İsviçre'de müzikterapist yetiştiren okullar açan Güvenç, hem üniversite hem de hükümetlerin desteğini alıyor. Güvenç, "Eski tıpta müzikle tedavi diğer tedavi sistemleriyle birlikte kullanılıyordu. Bugünkü tıbba baktığımız zaman yavaş yavaş kabullenilmeye başlayan bir fenomen. Önce alternatif tıpta yer edindi, sonra tamamlayıcı tıp içinde gereği ortaya çıktı. Şimdi bizim yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz Avrupa'nın çeşitli hastanelerinde kliniklerde müzikterapiyi, terapi olarak uyguluyorlar. Buna ait projeler gerçekleştiriliyor. Nöroloji, kardiyoloji alanındaki çalışmalar tamamlandı. Avusturya'da komada olan ve artık iyileşme umudu kalmayan hastalara kimse ulaşamadı ama müzik ulaştı. Şimdi yaşlılık ve bağışıklık sistemi projeleri üzerinde çalışılıyor."
İLACI MÜZİK
Müzikterapi yöntemi diğer tedavi şekillerinden oldukça farklı. Çünkü ilacı müzik. Eski tıbba baktığımız zaman psikolojik rahatsızlıklar başta olmak üzere, göz hastalıkları, spazmlar, kas ve eklem rahatsızlıkları, yorgunluk, huzursuzluk gibi hastalıkların yanı sıra fiziksel hastalıkların çoğunda müzikterapinin kullanıldığına dair bilgiler var. Ancak müzikterapi için şu anda oldukça küçük bir mekana sahip olduklarını söyleyen Güvenç'in asıl amacı üniversitelerin ve devletin desteğini alarak bir merkez kurmak. Şu anda kendilerine ulaşmak isteyenlere çıkarttıkları CD'lerle yardımcı olmaya çalışan Rahmi Oruç Güvenç, "Kültür Bakanlığı'ndan izinli CD'ler hazırladık. Bugüne kadar 40 kadar makam, müzik terapi için kullanılmış. Biz 15 - 16 makamı CD haline getirdik. Aslında Türk Müziği'nde 490 kadar makam bulunuyor. Bunları da bilimsel olarak kanıtlayarak çalışır hale getirmek istiyoruz" diyor.
TERAPİ SEANSI
Sultanahmet'teki Otağ Müzik Merkezi'nin atmosferi insanı bin yıl öncesinin Orta Asyası'na götürüyor. Otantik kıyafetler, duvarlarda bölgeye ait onlarca müzik aleti ve sıra sıra sedirler... Sedirin üstünde Kırgız başlığıyla, kaftanı ve kılkopuz isimli aletiyle Yrd. Doç. Dr. Güvenç oturuyor. Az sonra bir müzikterapi seansı başlayacak. İsviçreli Anna'nın da aralarında olduğu 4 kişi bir daire oluşturmuş. Müziğin ritmi eşliğinde çeşitli hareketler yapılıyor. Bu hareketlerle tam bir konsantrasyonla yapıldığında vücudun iç dengesi sağlanıyor. Bu hareketli seansın ardından sıra pasif seansa geliyor. Sert bir minderin üzerine İsviçreli Anna uzanıyor. Gözlerini kapatıp, kendini müziğin ritmine bırakıyor. Tamamen gevşeyip müziğe konsantre olarak bu seansın da sonuna geliniyor.
Dilek Sancılı
izk.com
İnsanı artık bilim yalnızca biyolojik olarak ele almayıp onun ruhunun derinliklerine inmeye çalışıyor. İnsan vücudunun ve beyninin en ince noktalarına ulaşabiliyoruz. Bunun için bir çok araç geliştirilmiştir. Ancak henüz ruh dünyamıza inebilen, ruhumuzun derinliklerinden haber verebilen araçlar keşfedilememiştir. Bu manada sanatı kullanarak ruhu anlamak, ruhtan haber almak mümkün hale
gelebilmiştir. Sanat henüz keşfedemediğimiz bir şekilde ruhumuzun derinliklerine inmeyi başarmış ve oralardan bir şeyleri alıp ortaya çıkarabilmiştir.
Bu yazımda müziğin tedavi edici etkisinden bahsetmeye çalışacağım. Özellikle çocuklarda görülen bir kaç psikiyatrik bozuklukta müziğin kullanımı ile ilgili bilgiler vereceğim. Bilindiği gibi mental retardasyon (zeka geriliği), davranış bozuklukları (hiperaktivite vb) ve öğrenme bozukluklarında müzikterapi bir çok açıdan kullanılabilmektedir. Müzik bu çocuklarda ruhsal, duygusal, toplumsal gelişime katkıda bulunur. Ayrıca hareket ve duyu sistemleri ile ilgili yetersizliklerin giderilmesine, dikkat-konsantrasyon gibi zihinsel melekelerin kuvvetlendirilmesine ve iletişim yeteneğinin gelişmesine yardımcı olur. Müzikterapi esnasında çocuk, bozulmuş olan fiziksel yeteneklerini yeniden şekillendirebilir. Bir takım
davranış kusurları varsa bunları değiştirebilir.
Müzikterapi bu değişim ve gelişimleri sağlarken çocuğa iki türlü haz duygusu yaşatır. Bunlardan birincisi sıkıntı verici ortamın dışına çıkabilme hazzıdır. Bu evrensel bir hazdır. Dünyanın neresinde olursanız olun, duyduğunuz müzik sizi önce rahatlatır sonra da içinizde bir güven duygusu uyandırır. Çocuk için bu haz hayata ve öğrenmeye yönlendiren bir ödül etkisi yaratmaktadır. İkincisi ise müziğin farklı dünyalara, farklı duygulara açtığı kapıdan girme hazzıdır. Bu haz sayesinde ise çocuk kendi iç dünyasındaki keşfedilmemiş yerlere ulaşabilme ve bunları çevreye sunabilme imkanını yakalar.
Zeka Geriliği Olan Çocuklarda Müzikterapi (Müzikle Tedavi)
Zekanın tanımı tam olarak yapılamamış olsa da biliyoruz ki zeka kişinin plan ve program yapma, muhakeme etme, problem çözme, iletişime girme gibi yüksek entellektüel yeteneklerinin seviyesini belirleyen en önemli unsurdur.
Günümüzde zeka gerilikleri bir takım testlerle ve klinik gözlemlerle tespit edilebilmektedir. Zekanın kantitatif (sayılabilen) değerini beyindeki yapısal durum etkilemektedir. Ancak kalitatif değerini yani zekanın niteliğini daha çok psikososyal durum belirlemektedir. Yani bu çocuklarda öğrenme güçlüğünün veya öğrenememenin sebebi organik bozukluklara bağlı olduğu kadar psikososyal sebeplere de bağlıdır. Organik durumun tamamen düzeltilmesi henüz mümkün
değildir. Ancak organik durumun elverdiği en üst performansı yakalamak mümkündür. İşte bu noktada müzikterapi çok büyük önem arz etmektedir.
Zeka gerilikleri ileri derecede geri, şiddetli, orta ve hafif derecede olmak üzere dört gruba ayrılır. Her kademede değişik derecelerde öğrenme güçlükleri yaşanır. Müzikterapi direk olarak öğrenmeyi artırıcı etki göstermektedir. Bunun yanında diğer eğitim yöntemlerinin uygulanmasında da katkılar sağlamaktadır.
Öğrenme zorluğu yaşayan bu çocuklar, klasik öğrenme yöntemleriyle bir şeyleri öğrenme isterken yoğun bunaltı yaşayabilmektedirler. Öğrenme ortamı bir zaman sonra kendileri için sıkıntı verici ve zorlayıcı bir ortam haline gelebilmektedir. Bu durum çocuğun öğrenmeye olan ilgisini ve isteğini olumsuz yönde etkileyebilmekte ve çoğu zaman onu öğrenme ortamından tamamen uzaklaştırabilmektedir. Bu yüzden öğrenmeyi zevkli hale getirmek bir zorunluluk haline gelmiştir. İşte müzikterapi en büyük etkisini burada göstermektedir. Çocuklar için öğrenme ortamını eğlenceli bir hale getirmektedir. Öğrenmeye olan ilgi ve isteklerini artırmaktadır.
Müzikterapi çocuğun duygusal ve zihinsel gelişimini hesaba katarak çok karmaşık yöntemlerden uzak durur. Çocuk müzikle uğraşırken çoğu zaman başka bir öğrenme performansına ihtiyaç duymaz. Bu da çocuğun öğrenme esnasındaki bunalma duygusunu en aza indirir. Mesela bir şarkı öğrenirken veya bir müziğe el çırparak katılırken eşzamanlı olarak göz kontağında artma, dikkat süresinde uzama, söylenenleri takip etmede kolaylaşma, sözel taklit yeteneğinde gelişme, bellekte kuvvetlenme, ince el becerilerinde ve duyulan sesleri ayırd etme yeteneğinde ilerleme görülür. Görüldüğü gibi en basit bir müzikal aktivite sırasında bile bir çok alanla ilgili gelişim elde edilebilmektedir. Halbuki bu gelişimlerin klasik yoldan elde edilmeye çalışılması yıllar alacak bir süreci gerektirir. Müzik bu süreyi de azaltmaktadır.
Müzik ortamında zeka gerilikli çocuklar, sosyal ve davranışsal ilerlemeler de kaydederler. Bireysel müzikterapi seanslarıyla çocuk kendisini hissetmeye başlar. Kendi kapasitesinin, neler yapabileceğinin farkına varır. Grup müzikterapileri ile ise otomatik olarak bir sosyal etkileşimin içine girmiş olur. Müzikal deneyim ve müzikal uyarı, ileri derece zeka geriliği olan çocuklarda bile çevreyle iletişimi ve çevreye cevap verme yeteneğini artırır.
Çevreye cevap verme yeteneğini geliştirmek için çok basit yöntemlerle terapiye başlanır. Bu çocuklarda sosyal yönelim çoğu zaman az gelişmiş olduğundan en küçük bir yönelim bile bir seviye olarak kabul edilir ve bu başlangıç seviyesi ilerletilmeye çalışılır. Mesela bir zil veya çan sesine, bir ritm aletine çocuğun yönelimi çevreye cevabının bir kriteri olarak alınır. İlk etapta çocuk buna bir baş çevirme şeklinde cevap verebilir veya sadece bir irkilme cevabı verebilir. Verilen bu uyarı devam ettirildikçe çocuğun dikkatinin gitgide müziğe yöneldiği gözlenir. Bu ilk dikkat çekme aşamasında çocuk çevresindeki nesnelerin farkına varma deneyimini edinmiş olur. Daha sonra çocuk enstrümanı uzun bir zaman gözlemler. Bazen
enstrümanın sesinden korkmalar bile yaşanabilir. Ancak terapistin güven telkin etmesi ve uyarı devam ettiği halde bir korkulacak durumun yaşanmamış olması çocuğun müzikal ortama güvenip bu ortamı benimsemesine yardımcı olur. Böylece çocuğun güven duygusu kuvvetlendirilmiş olur. Bu kuvvetlenme gerçek çevreyle bir zaman sonra yakınlaşmasına katkıda bulunur. Daha ileri müzikterapi seansları enstrümanı çalmayı, ondan doğaçlama yoluyla bir şeyler üretebilmeyi hedefler. Bu seviyede çocuk bir şeyler yapabilme ve üretebilme duygusunu kazanır. Bu kendine güven duygusunu da olumlu etkiler. Grup etkinlikleri içinde bu çalışmanın yapılmasıyla toplum içinde bir şeyler yapabilme, kendi dışındaki insanlarla birlikte bir şeyler paylaşabilme duygusunu kazanır. Bu duygunun gelişmesiyle çocuk psikososyal yaşantı bağlamında iyi bir aşama kaydetmiş olur. Çocukların bu seviyeden sonra sosyal işlevselliklerinin çok arttığı, duygularını ifade etme yeteneklerinin geliştiği, duygulanımlarının canlandığı görülür.
Müzik çok basit bir uygulamayla çocuğu yormadan, sıkmadan, korkutmadan bir çok şeyleri kazanmasını sağlamaktadır. Bu yöntemin klasik eğitim ve öğrenim metotlerıyla kombine edilmesi kanaatimce bu alanda çok dahaileri seviyelere gelmeyi sağlayacaktır. Şunu unutmamak gerekir ki iyi bir eğitim iyi bir rehabilitasyonla mümkün olabilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder